Sedir Adası nam-ı diğer Kleopatra Adası çok merak ettiğim bir yerdi. Sedir Adası’nı bu kadar merak ettiren ve ilginç kılansa Sedir Adası’nın üzerinde ki antik kalıntılar ve Kleopatra’nın yüzdüğü düşünülen plajı duymuş olmamdı. Bir zamanların ünlü tarihi kişiliklerinin buluşmak için seçtiği bu adayı görmeliydim. Ne kadar doğa ve tarih sevsem de tarihin magazin dedikodularını merak etmekten kendimi alamıyorum.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Akyaka maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Akçapınar Köyü kano maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Sedir Adası’na Nasıl ve Kaça Gidilir?
Sedir Adası‘na aslında Marmaris’in Çamlık iskelesinden daha kolay gidiliyormuş ve gidiş 25 Liraymış. Oradaki tekneler Akyaka’da ki gibi günlük tur şeklinde değil de doldukça kalkan daha küçük teknelermiş. Ben Akyaka’ya gelmişken limandan kalkan teknelerle Sedir Adası‘na gitmek için sabah 9 da limandayım. Akyaka’dan Sedir Adası‘na gidiş 40 TL ve günlük tur şeklinde. Tekneler üç katlı kocaman ve çok kalabalıklar.
Çat kapı gidip bulduğunuz yerle yetinebilirsiniz ya da benim yaptığım gibi bir gün öncesinden rezervasyon yaptırabilirsiniz. Gerçi rezervasyon yaptırdığım tekneyi çok kalabalık görünce, az insan ve daha makul müzikler çalan bir tekne istiyorum. Bir Rus grubun olduğu tekneye beni yönlendiriyorlar. Bu daha küçük bir tekne ama çok daha sevimli. Benim gibi güneşe dayanıklı insan da olmayınca güneşteki bütün yerler benim oluyor. Bütün gün kendime yer seçemiyorum. Ruslar genelde gölgedeler.
Genelde dalış tekneleriyle denize çıktığım ve sportif aktiviteler içinde atlayıp zıpladığım için bu tarz tur tekneleriyle denize çıkmayalı çok uzun yıllar oldu. İnsanlar tatilde bangır bangır müzikler dinleyip denizin ortasında oynamayı seviyorlar. Özellikle yakınlarından bir tekne geçerse o müzik sesi daha da açılıyor. Oynayanlar daha da bir coşuyor ve “bak nasıl da eğleniyorum” dercesine habire gözler yandaki teknelerde oluyor. Enteresan bir psikoloji.
Akyaka’dan Sedir Adası’na kalkan turlar iki şeçenekli. 1ci seçenek 5,30 da 2ci seçenek 7,30 da limana geri dönüyor.
1. SEÇENEK : Defne Koyu, İncekum Plajı, Zeytinlik Koyu, Sedir Adası Kleopatra Plajı, Lacivert Koy, Gelibolu Adası Sualtı Mağaraları
2. SEÇENEK : Asarcık Koyu, Akbük Koyu, Akvaryum Koyu, İncekum Plajı, Sedir Adası Kleopatra Plajı, Lacivert Koy, Gelibolu Adası Sualtı Mağaraları
Defne Koyu, Lacivert Koy ve İnce Kum
Saat 10,30 gibi teknemiz hareket ediyor. Hava biraz puslu olmasına rağmen çok güzel manzaralarda süzülüyoruz. İl durağımız Lacivert Koyu oluyor. Hakikaten çok güzel ve adı gibi lacivert bir su rengi var.
Yarım saat kadar verilen yüzme molasından sonra İnce Kum‘dayız. İnce Kum o kadar kalabalık ki inanamıyorum. Teknede olduğumuz için bin şükür. Kumun ve suyun rengi muhteşem gerçekten. Sezon dışı muhteşem olacağını düşünüyorum. Böyle popüler rotalar ilkbahar ve sonbaharda çok daha güzel oluyor.
Sedir Adası
Sonunda Sedir Adası‘na doğru ilerlemeye başlıyoruz. Uzaktan öyle güzel gözüküyor ki. İskeleye bağlı onlarca tekne var. Biz de bağlandığımız da karadaki insanları görüyorum. Mahşeri bir kalabalık var. Sedir Adası‘nı tek merak eden ben değilmişim. Sezonda buraya gelmek pek benim tarzım olmasa da yapacak birşey yok.
Sedir Adası’na müze kartıyla veya ücretli giriliyor. Kalabalığın şaşkınlığından önce o kuyruğa giriyorum ki hiç gerek yokmuş. Benim gibi banka kartıyla girenler sıra beklemeden giriyorlarmış. Kartım sayesinde ücretsiz giriyorum. Müze kartı olmayanlar 20 TL’ye adaya girebiliyor.
Sedir Adası’na adım attığınız andan itibaren tabelalar sizi yönlendiriyor. Ünlü Kleopatra Plajı‘na doğru yürürken mahşeri kalabalığı görüyorum. Tekneden inen kendini suya atmış. Ben o zaman ilk önce antik kalıntıları gezmeliyim, deniz sefasını en sona bırakmalıyım ki kalabalıktan sıyrılayım diye düşünüyorum. Ahşap yürüme yollarından genelde tek başıma tabelaların da yardımıyla Kedrai Antik Kenti‘ne ulaşıyorum.
Sedir Adası artık pek üzerinde bulunmayan sedir ağaçlarından adını almış. Antik adı Kedrai Sedirler anlamına geliyormuş. Kedrai yani Sedir Adası bir Karia kenti. Bir kısım insan rehberler eşliğinde agora tiyatroyu geziyor. Böyle zamanlarda bu grupların peşine takılın. Başı kesik tavuk gibi dolanırken insan öyle detaylar kaçırıyor ki.
Apollon Tapınağı’nın orada dünyada ki ilk kalp şekilli taşların olduğunu öğreniyorum mesela. Taşların üstünde sadece su döktüğümüzde okunabilen yazılar olduğunu görüyorum. Eski devirlerde güzel kadınlara Kleopatra denildiğini ve burada denize giren Kleopatra’nın 7.ci olduğunu öğreniyorum. Apollon tapınağından günümüze sadece temelleri kalmış. Agora tiyatro daha iyi durumda. Tabelalar sizi yönlendiriyor.
Bu arada ada da yürüdükçe başka başka manzaralara çıkıyorsunuz. Oldukça küçük bir ada. Bir tarafından uçsuz bucaksız denize bakarken biraz yürüyünce diğer tarafına geçip uzakta iskeleye bağlı tekneleri görebiliyorsunuz. İnstagram fotoğrafçıları tarafından istila altında tüm köşeler. Fotoğraf için sıraya girmeniz gerekiyor. Hava oldukça sıcak ve ben artık bu sıcak altında antik şehir gezicem diye ölmek üzereyim. Yürüdüğüm yollardan geri yürüyorum. Aslında kısa mesafe ama güneşin alnında pek öyle kısa gelmiyor.
Kleopatra Plajı
Kleopatra Plajı‘nın hemen sırtında başka bir plaj daha var. Oraya şemsiye ve şezlon koymuşlar. Kleopatra‘nın denize girip güneşlendiğinin düşünüldüğü plajın etrafı çevrilmiş durumda. Oraya ne karadan ne denizden ulaşmak mümkün değil. Görevliler devamlı gözetleme kulesinden bizi izliyor. Buradaki kumun dışarıya götürülmemesi için tüm önlemler alınmış. Kumun zamanla azalmasından dolayı korumaya alınmış.
Kleoparta Plajı’nın kumlarının Kleopatra ve Antonius için Mısır’dan gemilerle getirildiğine dair bir efsane de var. Sapsarı kumları ancak uzaktan görebiliyoruz. Merdivenlerden indiğiniz yerde denizin dibinin kum olduğunu düşüyorsanız yanılıyorsunuz. Çok kaygan kayalar var denizin dibinde ve ayakta durmakta zorlanıyor insan. Bir deniz ayakkabınız olursa çok rahat edersiniz.
Çantanıza çok önemli birşeylerinizi almamanızı tavsiye edicem ama teknede bırakmak da pek güvenli değil gibi. Sonuçta herkes telefonuyla fotoğraf çekiyor. Eğer benim gibi tek başınıza gelmişseniz, terliklerinizi bıraktığınız yerde korkuluğa bağladığınız çantanıza bakmaktan ensenizde gözünüz çıkabilir. Görevliler çantanızı almıyorlar ki herkes vermeye kalksa nereye koyacaklar. Büyük sorumluluk.
Sıcaktan bunalmış vaziyette kendimi bu güzel sulara atıyorum. Biraz daha az insan olsa çok daha güzel olacak ama sezonun tam ortasındayım. Seçimler dolayısıyla da herkes aynı anda tatile çıktı. Ege’den kaçma zamanı geldi yani. Temmuz ve Ağustos aylarında aşırı kalabalık oluyormuş ve ben kendimi o döneme getirdiğim için tebrik ediyorum.
Sedir Adası’nı gezmemiz ve yüzmemiz için 1,5 saat gibi bir zaman verdiler bize. Nedense inerken hiç saate bakmam ve ne kadar zaman geçirdiğimi ne zaman dönmem gerektiğini hiç bilemem ben. Suyun içinde saatimde olmayınca deniz faslını çok uzatamıyorum. Ayaklarım geri geri de gitse tekneye dönüyorum.
Tekne mis gibi yemek kokuyor. Balıklar, tavuklar, spagettiler… Yemek de fiyata dahil. Artık yavaş yavaş geri dönüşe geçiyoruz. Kaptanımıza kalabalıktan ne kadar şikayet ettiysem bizi normal tur rotasından çıkarıp kimsesiz bir koya götürüyor. İşte burada doyasıya yüzüyoruz. Karaya çıkıp kabuklar topluyoruz.
Kafamızı dinliyoruz kısaca. En son düdükler öttürerek beni tekneye çağırıyorlar. Kendimi kaybetmişim dalıp çıkarken. Saat 6’ya doğru Akyaka Limana dönüyoruz. Tekneden inip kumsala seriliyorum. Alttan çalan müziğim, hafif esen meltem, ardımda dağlar, karşımda batan bir güneşle egede ki son günümü bitiriyorum. Dile kolay 49cu gün.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?