Akyaka’ya bir sene önce gelmiş hatta yaşlandığımda Akyaka’ya yerleşmeye karar vermiştim ama Azmak Çayı’n da kano yapamamıştım. Ege turumun son durağı olarak Azmak Çayı’n da kano yapmayı seçiyorum. Bodrum’dan Akyaka’ya gidecekseniz sahil şeridinden gitmelisiniz. Gerçekten çok güzel.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Bodrum Akyaka arasında ki sahil şeridi maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- İlk Akyaka maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Akçapınar Köyü Kano ve Çılgın Arılar
Azmak Çayı‘nda Akyaka’nın içinden de tekne turları yapılabiliyor ama ben Akçapınar Köyü‘nden yapılan kano turunun peşindeyim. Akçapınar Köyü‘n de kano turlarını kooperatif düzenliyor. Ücret kişi başı 40 Lira. Akşam üzeri Akçapınar Köyü’ne vardığım gibi kano turuna başlıyoruz. Size bir can yeleği vermeleri gerekiyor. Benim kanoya çıktığım kaptan bana vermedi. Siz kano yaparken motorlu bir kayıkla sizi takip etmeleri gerekiyor.
Ben bir taraftan kürek bir taraftan da fotoğraf çekiyorum. Öyle mutluyum ki anlatamam. Kürek çekmeyi bıraktığım her an bir kıyıya vuruyorum ama kendimi kurtarıyorum. Genişçe bir alanda ben yine fotoğraf çekerken, ardımda beni takip etmesi gereken kayık, beni bırakıp öne geçiyor. Ben yine karaya vuruyorum. Daha önce yaptığım gibi kürekle kendimi itmeye çalışırken koltuk altımda bir acı hissediyorum. Diken battı sanıyorum. Öyle canım yanıyor yani.
Elimle tutup çıkarmaya çalıştığımda diken falan yok, iki parmağımın arasında bir arı tutuyorum. Birden onlarca arının saldırısına uğruyorum. Kayığın taa ilerilerde olduğunu görüyorum. Öyle saniyelerle oluyor ki bunlar. Hayatımda hiç bu kadar bağırdığımı imdat diye bağırdığımı hatırlamıyorum. Bir elimde telefon, diğerinde gopro var. Su kızılımsı çamur rengi. Dibi gözükmüyor. Suya atlayamıyorum.
Kayık geri döndüğünde ben kendimi arılardan kurtarmıştım. Kızıl arıların yuvasına dalmış, kürekle savaşmış, çığlık çığlığa onlarca arı tarafından ısırılmış bir insanım bugüne bugün. Sağ tarafım, kollarım, sırtım her yerim sızım sızım sızlıyor. Arı alerjim var ama bunlar kızıl arıymış. Kaptan “birşey olmaz” diyor. Kaptan Küçük Amazon‘a gitmemiz ve oradaki çamuru sürmemiz gerektiğini söyleyince kanoyu kayığa bağlıyoruz. Son sürat Küçük Amazon‘a gidiyoruz. Giderken, görmenin hayalini kurduğum yıkılmış tarihi köprüden yıldırım gibi geçiyoruz. Can çekişirken onu nasıl gördüm bilmiyorum.
Azmak Çayı Küçük Amazon
Demek böyle olacakmış Küçük Amazon‘a gelişim. Hemen buz gibi suya atlıyorum. Öyle soğuk ki. Zaten akşam saatleri. Dipten çamur çıkartıp sürüyoruz. Bir nebze olsun azalıyor acı ama o an bilmiyorum günlerce sızım sızım sızlayacağını, şişeceğini ve deli gibi kaşınacağını. Daha sonra saydığımızda görebildiğimiz sadece sırtımda 16 arı sokması vardı. İzleri geçecek gibi durmuyor.
Soğuk sular acımı hafifletince ben maskemi takıp suyun altını keşfe çıkıyorum. Seneler önce Azmak Çayı’n da bir dalış belgeseli seyretmiş ve o gün bugündür burada dalmanın hayalini kurmuştum. Böylesini hayal etmemiştim tabi. Aynı belgeselini seyrettiğim gibi güzeldi suyun altı. Arıların saldırdığı yerde su nasıl çamurumsu kızılsa burası bir o kadar berrak. Kaptan yaz aylarında suyun renginin o rengi aldığını, planktonlardan olduğunu söylüyor. Bana gidip gelen kayıkların trafiğinden dolayı öyle oluyor gibi geldi. Planktondan olsa Küçük Amazon’da da o renk olması gerekmez miydi?
Azmak Çayı Büyük Amazon
Acım hafifleyince Büyük Amazon‘u görmeye gidiyoruz. Artık akşam olmak üzere. Su artık ürkünç gözüküyor. Yüzmek için pek davetkar değil. Suyun üstüne devrilmiş ağacın üstüne çıkıyorum. Etraf sazlıklarla dolu. Bir ormanın içindeyiz. Her yer yemyeşil. Bir o kadar ıssız. Daha erken saatlerde gitmek de fayda var.
Kaptan beni Gemi Yapımı denilen yere götürüyor. Eskiden orada Osmanlının gemileri yapılırmış. Adı öyle kalmış. Kayıktan atlayınca bel seviyesine gelen dibi ot olan bir yer burası. Sıcacık suyu ve dolunayın ışında denizde yüzüyoruz. Hiç tanımadığım biriyle olmaktan dolayı biraz tedirginim. Dönmek istiyorum. Ay ışığında sazlıkların içinden kıvrıla kıvrıla köye dönüyoruz. Köye yaklaşırken çay daha da daralıyor. Tam çayın kenarında ki evin ışıkları masal gibi gözüküyor.
Azmak Çayı’nın Mavi Yengeçleri
Azmak çayında mavi yengeç varmış. Kaptan yemek isteyip istemediğimi soruyor. Tabi ki istiyorum. Ertesi akşam ayarlayabileceğini söylüyor. Ben ertesi gün Sedir Adası’na gidiyorum. Sedir Adası yazımı okumak isterseniz şuraya tıklayın. Dönmek üzereyken kaptan telefon açıp yengeçlerin hazır olduğunu söylüyor.
Akşam yengeç yemek üzere köye geri dönüyorum. Köprünün hemen yanında ki restoran da yengeçler pişiyor. O arada Azmak Çayı‘n da küçük bir yangın da çıkıyor. “Nereye gitsem yangın çıkıyor” diyorum. Didim’de de ben gider gitmez yangın çıkmıştı.
Tereyağında pişmiş yengeçler müthiş lezzetli. Nasıl açmam gerektiğini öğreniyorum. Normalde avlanmaları yasakmış. Nereden bulduklarını ya da nasıl yakaladıklarını öğrenemiyorum.
Mehtap Turu Adı Altında Pis Amaçlar
Kaptan bana mehtap turuna çıkmayı teklif ediyor ama ben çok yorgunum. Ertesi sabah erkenden yola çıkıcam. Uyumak istiyorum ama çok ısrar ediyor. Saat gece yarısı ve bana pek güvenli gelmiyor. Birkaç kez vaz geçip kararsız kalınca “Madem yazacaksın, tam yaz” diyor. Bu beni düşündürüyor. “Sadece yarım saat o zaman” diyorum. Ve karanlıkta Azmak Çayı’nda gözden kayboldular. Ardımızdan biri baksa böyle söylerdi sanırım.
Gecenin serinliği sızım sızım sızlayan ve deli gibi kaşınan kollarıma çok iyi geliyor. Balon gibi şiştim. Azmak Çayı‘nın ortasına geldiğimizde, kaptan sazlıkların içinde tekneleri sakladıkları bir yerde geceyi geçirmeyi teklif ediyor. Bir gün önce arı saldırısına uğramışım. Ne sazlığı? hiç tanımadığım bir adamla hemde. Bir müddet sonra motoru kapatıyor. Neden durduğunu soruyorum. Eveleyip geveliyor ve resmen tacize uğruyorum. Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum.
Hayatımda hiç bu kadar çirkin bir teklifle karşılaşmamıştım. Beni hemen geri götürmesini resmen bağırıyorum. Sanırım o da benden korktu. Motoru çalıştırıp geri dönerken en başa oturuyorum sırtım dönük. Eğer geri dönmeyi kabul etmese, o karanlık çamurlu sulara nasıl atlayacağımı, çayın en geniş yerinde ne tarafa nasıl yüzeceği mi, sazlıkların içinin yılan dolu olduğunu, kaplumbağaları, kaplumbağaların ısırdığı insanların hikayeleri, neler neler düşünüyorum. Çok sinirliyim. Dakikalar geçmek bilmiyor resmen. O türkü söylüyor!!!
Köye varır varmaz daha kayığı bağlamadan tekneden atlıyorum. Ardıma bir daha hiç bakmadım. Peşimden gelir diye koşar adım gidiyorum. Arabaya nasıl gittim, o köyden nasıl çıktım bilmiyorum. Zangır zangır titrediğimi biliyorum ama. Neden direkt jandarmaya ya da polise gitmedim bilmiyorum. Düşündüğüm tek şey o saatte gitmeyi kabul ettiğim için insanların beni suçlayacağıydı ki pek de yanılmamışım. Daha sonra kooperatiften öğrendiğime göre mehtap turu diye bir şey de yokmuş. Torun torba sahibi bir adamın böyle bir şey yapmış olduğuna inanamıyorum. Hayatımda yazmakta en zorlandığım yazı bu oluyor.
Daha birkaç gün önce arkadaşımla aramızda geçen sohbet aklıma geliyor. “Bahar bu dünya senin sandığın kadar iyi insanlarla dolu değil. Polyanna olmayı bırak. Kendine dikkat et. “. Edememişim…
Yaşadıklarımdan Aldığım Dersler:
- Can yeleği vermeseler de sen iste.
- Sazlıklara çok fazla yaklaşma.
- Bırak fotoğrafını başkası çeksin. Yoksa da kimse bırak olmayıversin.
- Seni takip etmesi gereken kayık seni bırakıp uzaklaşırsa durdur. Gitmemesini söyle.
- Tüm turlar hakkında bilgi al. Olmayan turlara çıkma, hele ki gecenin bir yarısı.
- Yolda her karşına çıkan insan iyi biri olmayabilir. Güvenme!!!
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?