• Mesta, Sakız Adası

Sakız Adası ve Film Platosu Gibi Sokakları

Reklamlar

Loading

Sakız adası beni çok şaşırtıyor. Bir film platosunu aratmayan sokaklarıyla, fotoğrafçılar için cennet olabilecek bir ada Sakız. Her Yunan adası başlı başına bir ülke gibi. Sakız adasında zaman içinde yaşayan halk mütemadiyen birilerinden kendini korumaya çalışmış. Cenevizlilerden, Osmanlılardan, korsanlardan… Dünya beni şaşırtmaya devam ediyor zaten. Yüksek duvarların labirent gibi sokakların sadece birkaç girişi olan şehirlerin içinde hapis kalmış. Hep bir yaşam mücadelesi. O yaşam mücadelesinden geriye, masal tadında film platosu gibi sokaklar kalmış.

 

Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉

İnstagram: Nerdesinbahar

Sakız Adası manzaraları ve bakir koylar

En çok gittiğim yer Yunan adaları oldu sanırım. Her egeye gidişimde en yakındaki Yunan adasına bir kaç günlüğüne kaçıveririm. Benim için Kınalıada’ya geçmek gibi bir şey. Çeşme’ye yakın olan Yunan adası da Sakız Adası. Belki yazının sonuna kadar okumaya sabredemezsiniz diye bence en önemli iki şeyi başa yazmayı gerekli buluyorum. Birincisi yola çıktığınız arkadaşınızla aynı paralelde olmanız, ikincisi mutlaka yola çıkmadan YAKITINIZI ALMANIZ. Ada da benzinci yok gibi bir  şey. Olanda da “no gas” sözüyle dumura uğrayabiliyorsunuz.

Sakız Adası gezilecek yerler

Sakız Adası’na Nasıl Gidilir?

Çeşme Kalesi’nin biraz ilerisinde ki Ertürk Lines’dan kişi başı 25 Euro gidiş dönüş biletimi alıyorum. Turyol’un fiyatları da aynı zaten. Sadece onun feribotu yarım saat önce hareket ediyor. Önce arabayla geçmeyi düşünmüştük ama arabayla geçiş, gidiş – geliş 80 euro, arabanın sigortası o, şu, bu derken çok pahalıya malolduğundan feribotla geçip araba kiralamaya karar veriyoruz.

Sakız Adası feribottan böyle gözüküyor

Çeşme’den Ertürk Lines’ın haftanın her günü seferi var. Hatta gece seferleri bile var. Bir gece kalıp ertesi sabah dönebiliyorsunuz. Sabah 9,30 feribotu için saat 8 de limandayız. Bileti aldığınız yerden binilmiyor. Ulusoy Port’tan bineceksiniz. Onu mutlaka sorun. Acentadan bileti alınca uçaklarda olduğu gibi chek-in yaptırmanız gerekiyor. Daha önce hiç acentadan bilet almadığım için benim bilgim yok, arkadaşım da unutmuş. Bileti alırken de herhangi bir uyarı yapmıyorlar. Sıradan çıkıp az ötedeki bürodan işlemleri yaptırmamız gerekiyor. Pasaport görevlisi “sıraya girmeden gelin” demişti. Döndüğümüz de beklemeden sorunsuz geçiyoruz.

Araba Kiralamadan Sakız Adası nasıl gezilir?

Ertürk Lines’ın feribotu bana çok profesyonel gelmedi. Topçular feribotları bile daha iyi durumda. Bir saat gibi bir sürede Chios’da oluyoruz. Nasıl olduysa en öndeyim ve adaya ilk adım atan ben oluyorum. Bir gün önceden internette dolaşan bilgilerden adada yaşayan Deniz diye biri olduğunu öğrenmiştik. Arayıp araba ayırtmıştık. Ona giderken başka bir yere daha bir soralım dedik ve gördük ki arabayı önceden rezerve ettirmek çok pahalı. Otomatik vites arabaları günlük 25 euroya kadar veriyorlar ki bizim rezerve ettiğimiz 30 euroya düz vites veriyordu. Hepsi yan yana ve feribot iskelesine çok yakın zaten. Bir kaç dükkan dolaşıp fiyat almadan kiralamayın derim. Hatta günlük 5 euro fazla verince son gün akşam getirmemize razı oluyorlar. Toplam üç gün kiralamış gibi olduk yani.

Olympi Köyü

Nea Moni Manastırı

Benim için Yunanistan da olmanın en güzel yanlarından biri gider gitmez radyoyu açıp yunan müzikleri dinlemektir ama radyo bir kaç Türk kanalından başka bir şey çekmiyor. Adanın diğer tarafına kadar da çekmeyeceğini, orada çeken yunan kanallarının da cızırtıdan ibaret olduğunu daha bilmiyoruz tabi.

Nea Moni Manastırı, Sakız Adası

Arabamızı aldığımız gibi ilk önce her gün sadece saat bire kadar açık olan Nea Moni Manastırı’nı görmeyi düşünüyoruz. Nea Moni Manastırı Chios merkeze 15 km ötede. Devamlı kıvrılan ve tırmanılan bir yolu var. Tabelalar sizi yönlendiriyor. Çoğu yerde kaybolduk mu acaba? geçtik mi acaba? diye düşünmeyin bizim gibi. Ana yolu bırakmayın. Manastıra giden yolun başında tabelası var.

Nea Moni Manastırı

UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI listesinde olan manastır da tadilat var. 1042 Yılında üç rahip tarafından kurulduğu düşünülüyor. Adanın en önemli Bizans anıtıymış. 1881 yılında ki bir depremde kubbesi ve saat kulesinin yıkıldığını okumuştum. Sanırım onarmışlar. Arka taraflardaki binalar tamamen yıkılmış ama.

Nea Moni Manastırı

Ana kapısından içeri girince binanın fotoğrafını çekmek istiyorum. O sırada bir rahip elinde poşetler bir şeyler taşıyor. Benim fotoğraf çektiğimi görünce telaşla ağacın arkasına saklanıyor ve çıkmıyor. İkimizde birbirimizin gitmesini bekliyoruz ama ikimizde kımıldamıyoruz. En sonunda çalışanlara bir şeyler söylüyor. Meğer benim fotoğraf çekmemmiş sorun.

Nea Moni Manastırı’nda ki papazla köşe kapmacamız

Ben manastırı fotoğraflamak istiyorum onu değil. Komple fotoğraf çekmek mi yasak, yoksa sadece rahibin fotoğraflanması mı yasak? anlayamıyorum. Tüm manastır gezim boyunca rahip adım adım peşimde. Ne zaman fotoğraf çekecek olsam kadrajıma giriyor ve kaçıyor. İnanılır gibi değil. Halbuki sabit dursa ve ben manastırı gezip fotoğraflasam herkes rahat edecek.

Sakız Adasında Exchange İşi Nasıl Yapılmaz?

Manastırı gezip geldiğimiz yoldan aşağı inip yakıt alıyoruz. Arkadaşım yanındaki frankları euroya çevirmek istiyor. Para bozdurmayı unutmuş. Merkeze inip meydanın kalabalık trafiğinde bir yer arıyorum durmak için. Arkadaşım polisten izin aldığını söyleyerek beni bırakıp “bankaya gidiyorum” diye çıkıyor. Sonrasında sırasıyla önce polisle, sonra otobüs durağındakilerle, daha sonra taksicilerle kısaca önüme kim çıktıysa hepsiyle kavga etmek zorunda kalıyorum. O polis ardımdan gelip bir şeyler yazıyor. Büyük ihtimalle cezayı yedik. İlerleyen zamanlarda ki gelişmeleri buraya ilave ederim.Meydandan uzaklaşamıyorum. Yurt dışındayız, telefonlarımız kapalı. Gidersem beni nerede bulacağını bilemez. O sıcak da arabayı kaç kez saçma sapan yerlere bıraktığımı, kaç kez indirdiğim yere yürüdüp beklediğimi, kaç kez çıldırdığımı hatırlamıyorum. Sanırım biraz kocadım. Saçlarım ağardı.

Sakız Adası manzaraları

Bir buçuk saat sonra bile hala gelmeyince başına bir şey geldiğini düşünüyorum artık. Sonra banka demişti diye bankaya gidiyorum. Arkadaşım bir yunan adasında, bir bankanın klimalı bekleme salonunda, saatlerce sırasının gelmesini bekliyor ama dönüp haber bile vermiyor. Daha bir kaç saat önce geldik, üç gün burada birlikteyiz ve ben hiç eğlenmiyorum. Feribottan inince ve az öte de merkezde pek çok dövizci göreceksiniz. Böyle küçük adalara Frank yerine TL yada dolar getirin. Hatta gelmeden önce bir zahmet Çeşme’de bu işinizi hallediverin.

Pirgi

Mavra Volia, Emporios

Elimizde ki haritadan Pirgi tabelalarını takip ederek Chios merkezden çıkıyoruz. Çok zor olmuyor. Limanı ardınızda bırakıp sahil yolundan devam edince tabelalar sizi yönlendiriyor. Yollar çok düzgün ama daracık. Kimsecikler yok. Yolda tek başımıza gidiyoruz. Arada tek tük araç çıkıyor o kadar.

Seramikleriyle ünlü Armolia Köyü, Sakız Adası

Yolumuzun üstünde önce Armolia diye bir köyden geçiyoruz. Burası seramik işçiliğiyle ünlü. Tutamayıp kendime çok güzel çorba fincaları alıyorum. Euroyu 5,5’le çarpmayınca çok ucuza geliyor. Çarpınca da insanda çarpıntıya sebebiyet veriyor. (O zamanlar henüz Euro 7 Lira olmamıştı. Aslında güzel günlermiş. Fakında değilmişim)

Mavra Volia yani Emporios siyah plaj

Sıcaktan baygınlık geçirmek üzereyken öğle sıcağını Mavra Volia‘da değerlendirelim istiyorum. Pirgi‘den hemen önce Emporios tabelasından girmeniz gerekiyor. Boşuna Mavra Volia tabelası aramayın çünkü yok. Bu volkanik siyah taşlı plaj Emporios köyünün plajı.

Mavra Volia yani Emporios siyah plaj

Tabelalar da o şekilde. Ana yoldan ayrılınca kısa sürede plajda oluyorsunuz. Girişinde bir ücretsiz otopark var. O kadar az insan var ki inanılır gibi değil. Şezlong yok, şemsiye yok. Biri başınıza dikilmiyor. Bir köşede bir taverna var. Eğer isterseniz kahvenizi, biranızı içebiliyorsunuz. Sessiz sakin.

Mavra Volia yani Emporios siyah plaj

Üç beş insandan başka insan yok. Biz de olsa nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. İlk inilen ana plajdan başka sağdaki tavernanın oradan yürüyünce daha büyük ve heybetli bir siyah plajla karşılaşıyorsunuz. Burada sadece iki kişi var. Plajda olanların çoğu Türk zaten. Dediklerine göre bu taşları avucunuzda tutup ısıtırsanız manyetik bir gücü varmış. Deneyip görücez bakalım. Daldım, çıktım. Öğlen yaşadığım stresi suya bıraktım gidiyorum şimdi adanın diğer taraflarını keşfe.

Mavra Volia yani Emporios siyah plaj. Ana Plajın arkasında ki plaj da burası

Pirgi ve Muhteşem Desenli Evleri

Yolumuzun üstünde ki ve benim fotoğraflarını görüp çok merak ettiğim köyün adı Pirgi. Burada ki binaların üstü Ksista yani çizik denilen süslemelerle kaplı. Tüm evler tüm sokaklar desenli. Bu desenler çimentoyla elde ediliyormuş. Bir rivayete göre Cristof Colomb dünya turuna çıkmadan önce burada kalmış ama kimse sorsam böyle bir bilgiye sahip değil.

Pirgi ve muhteşem evleri, Sakız Adası

Köy meydanında oturup bir şeyler içmek için bir sürü masa sandalye var. Sorun şu ki adada yaşayan ya da dolaşan insan pek yok. Niye bunu sorun ettiysem. Aslında harika birşey. Daracık sokaklarına kendimizi salıp birbirinden güzel evlerden hangisini fotoğraflayacağımızı şaşırmışken teyzeler kapıların önünde kahve bisküvi keyfindeydiler. Tabi ki arkadaş oldum. O bisküvinin tadına baktım.

Pirgi ve muhteşem desenli evleri, Sakız Adası

Enteresan olan fotoğraf çekilirken kameraya bakmamaları. Çoğu fotoğraf isteğime yanaşmıyor. Zaten siyah giyinmiş kadınların fotoğrafını çekmemem gerektiğini Thassos adasında öğrenmiştim. Onlar kocaları ölmüş yas tutan kadınlar. Saygı duymak lazım. Tahassos yazımı okumak için şuracığa tıklayın.

Sakız Adası ahalisi kahve keyfinde

Kartpostal gibi fotoğraflar çıkartıyoruz. Hayatımın en dar sokaklarından birinden geçiyorum. Bizim Mardin evlerinden bildiğimiz abbaralar her yerde var burada da. Hiç gidesim gelmiyor. Bir tane hediyelik eşyacı buluyoruz. O  güzel Pirgi evlerinin minyatür magnetleri, sabunlar, zeytinyağları, sakız reçelleri… 3-5 euro arası gidip geliyor fiyatlar.

Pirgi, Sakız Adası

Mesta ve Labirent Sokakları

Artık dolaşmaktan yorulan ve acıkan arkadaşımın isteğiyle Olympi köyünü yarın gelmek şartıyla es geçip Mesta’ya gidiyoruz. Adada ki diğer köyler gibi Mesta da yüksek duvarlı ve labirent gibi. Burada ki köylerin özelliği bu. Zaman içerisinde mütemadiyen korsan saldırılarından, Cenevizlilerden, Osmanlıdan hep birilerinden korunmak için yüksek duvarlarla, beşgen şeklinde labirent gibi inşa edilmiş.

Mesta’nın kapılarından biri

Şehrin ilk başta iki kapısı varmış. Şimdilerde dört kapısı var. Her köşesinde bulunan kuleler şimdilerde ev olarak kullanılıyor. Sakız da sağlıklı bir konaklama ancak merkezde yapılabiliyor. Mesta da ilk başta sadece Anna’nın evini bulabildik. İnternet dahil hiç bir şey yok. 40 euro bir gece konaklama. Bir kuruş inmeyen Anna “işinize gelirse” diye bir hareket yapınca arkadaşım ve ben çıkıyoruz. “Birkaç saat uyuyacam zaten. Yatarım ben arabada” diyorum. Arkadaşım ben de yatarım deyip beni çok şaşırtıyor.

Mesta’nın labirent sokakları

Mesta Port

Otelden vazgeçip, limana inip, yemek yemek istiyoruz. Mesta Port’ta iki tane taverna var. Bir tanesine oturup muhteşem deniz ürünlerine boğuyoruz kendimizi. Tabelası yunanca olduğu için tavernanın adını öğrenemiyorum. Ahtapotundan kalamarına uzosuna kadar birçok şey yiyip 40 euro ödüyoruz. Sakız diğer yunan adalarından birkaç euro daha pahalı.

Mesta Port, Sakız Adası

Akşam serinliği de başlayınca içeri geçip interneti kullanıyoruz. Oldukça uzun saatler geçirmemiz arkadaşımı rahatsız edince tavernadakilere durumu anlatıyorum. Kalacak yer bulamadığımızı söyleyince önce arabayı tavernanın önüne çekmemizi söylüyorlar. Ben bunun rahatlığıyla Mesta’nın gece ışıklandırılmış halini görmek istiyorum. Arkadaşım araba kalıp dinlenecek. Ben kendimi kimsenin olmadığı sokaklara salıyorum. İn cin top oynuyor. Kah fotoğraf, kah video çekerken yanımdan biri geçiyor ve beni takip ediyor sanarak ilk kalp çarpıntımı yaşıyorum. Bir şey olsa kimse yok etrafta.

Gece ışıklarıyla Mesta

Nasıl becerdiysem sadece 4 çıkışı olan köyden çıkmayı da başarmışım. İstesen olmaz. Şimdi dik duvarların dibinden yürüyerek bir kapı bulmalıyım. Neyse ki çok aramadan buluyorum. Yürürken kapının önünde sigara içen bir kadınla sohbet ediyorum. “Nerede bu insanlar” diyorum. Çoğunun Amerika gibi başka ülkelerde yaşadıklarını, sadece yazları geldiklerini, hafta içi olduğundan pek turistinde olmadığını öğreniyorum.

Mesta, Sakız Adası
Mesta, Sakız Adası

Mesta da sadece 50 kişi yaşıyormuş. O evlerin hepsi bomboş. Tüm bunları ne Türkçe ne Yunanca ne İngilizce konuşamadan anlayabilmiş, onunda anlatabilmiş olması ne mucize değil mi? Nece konuştuk bilmiyorum ama anlaştık. Sarılıp ayrılıyorum. Sarılmadan bırakmam mümkün değil.

Labirent sokaklara araba girmesi mümkün değil. Motor da yasak ama dinleyen yok. Başka çare de yok

Mesta Ve Joon

Tekrar Mesta Port’a döndüğümüzde arabayı tavernanın önüne çekiyorum. Joon onda kalabileceğimizi söylüyor. Joon tavernanın sahibi sanıyorum. Yol harika insanlar çıkartıyor karşıma. Tekrar Mesta’ya dönüyoruz. Evin alt katı kubbeli, çok dik ahşap merdivenden üst kata çıkılıyor. Çok yüksek tavanlı olan üst katta ahşaptan bir asma kat daha var. O asma katın tavanı çok alçak. Ben ayakta duramıyorum, uzun da değilim o derece yani. Joon bize temiz çarşaflar veriyor. Oğluyla kızının odasında kalıcaz. Çocukları Atina da yaşıyormuş.

Tarih kokan siyah beyaz fotoğraflar

Evi dolaşıp sorular soruyorum Bir fotoğrafa gözüm takılıyor. Fotoğraftaki insanları Joon şöyle anlatıyor. “Arkadaki (parmağıyla işaret ederek) father father father, solda ki mother mother mother, sağdaki mother mother mother mother.” Buradan da anlaşılacağı üzere pek Ingilizce konuşan yok bu taraflarda. Yine hiç bir dil konuşamıyoruz. Aynı ruhtaki insanlar için çok da gerek yok aynı dili konuşmaya. O fotoğraf kaldığımız evin kapısında çekilmiş.

Joon’un evi, Mesta

Bize sakız reçeli hediye ediyor. Sonra da bir sabah kahvesi yapıp uğurluyor. Türk kahvesine onlar Greek coffee diyor. Joon içine süte benzer bir şey koyduruyor. Çok sevdim. Aynı dibek kahvesi gibi oldu. Gittim aradım buldum aldım. Joon yine bizi bekliyor. Ben de İstanbul’a davet ettim.

Fanatik futbol sever Joon ve ben, Mesta

Bir yunan adasında, ortaçağdan kalma bir köyde, yine ortaçağdan kalma bir evde uyudum. O evin penceresinden sokağına baktım. Para versen olmuyor bazen böyle şeyler. Sabah sokaklarında son bir kez dolaşırken otel sorduğumuz meydanın hemen yanında bir otel görüyoruz. Otel için 70 euro fiyat veren garson kız bize buradan bahsetmemiş. Anna’nın evine mecbur olmuştuk. Hem de iki adım daha yürüsek görecekmişiz. Bu otel tertemiz ve çok güzel. İnternet, kahvaltı her şey var ve 40 euro. Burada kalınabilirdi. Anna’nın evine para vermek pek akıllıca değil. Lida Mary Rooms&Suites otelin adı. +30 6976629668(Tasos) tabelasında böyle yazıyor.

Uyuduğum odanın penceresi

Olympi, Minyatür Pirgi

Dün göremediğim Olympi köyüne gidiyoruz. Önce bu köyün yakınlarında ki Olympi Mağarası’nı görelim diyoruz. Yol sorduğumuz motorlu bir amca yolunu değiştirip, önümüze düşüp, bize öncülük yapıyor bir müddet.

Olympi Mağarası girişi böyle

Dere tepe aşıp gidiyoruz ama kapı duvar maalesef. Geç saatte açılıyormuş sonradan öğrendiğimize göre. Onu görmek bir sonraki gelişime kalıyor. Sabah erkenden mağarayı göreyim diye benim gibi yollara dökülmeyin. Yunan halkı ekabir. Olympi, Mesta’nın küçüğü gibi. Aynı korsan saldırılarından yüksek duvarlar ve labirent sokaklar.

Olympi sokakları açık hava müzesi gibi

Anladığım kadarıyla Mesta daha turistik ve bakımlı. Burada ki minik meydanda kahvaltı ederken bir kadın bize nereli olduğumuzu soruyor. Türk ve İstanbul olduğunu duyunca gözleri neşeyle parlıyor. Türkçe”Hoşgeldiniz” diyor. İstanbul’da doğduğunu anlatıyor. Bir kahvaltı 7,5 euro ve iki kişiye yetecek kadar çok.

Olympi, Sakız Adası

Lithi’ye Giderken Yakıt Sorunumuz Başlıyor

Arkadaşım daha önce Sakız’a beş kez, günübirlik gelmiş. Lithi’yi çok beğenmiş. Bir sonraki durağımız orası olacak ama aracımızın benzin ışığı yandı. Biz az almıştık. Bittikçe doldururuz diye düşünmüştük ama bu işlem Sakız adası için geçerli değil.

Lithi Plajı

Bir benzinci buluyoruz ama bir kadın bize yüzünde garip bir ifadeyle “no gas” diyor. İlk başta “bir sonrakinden alırız” diyoruz. O yüzündeki ifade bize acıma ifadesiymiş sonradan anladığımıza göre. Bir sonraki benzinci komple kapalı. Lithi‘de oteller var, yerleşim bölgesi, orada kesin vardır diyoruz ama orada da yok. Sahile inip birilerine “yedek benzinleri var mı?” diye sormaya başlıyorum.

Sakız Adası manzaraları

Orada otel işleten bir Türkle karşılaşıyoruz. Onlar da bize en yakın yerin 10 km ötede olduğundan bahsediyor ama o ışık yanalı çok oldu. Bu araba oraya gitmez. O sırada bir motor ve yemek yiyen motorcular farkediyorum. Bir motorcu asla kimseyi yolda bırakmaz. Alman bir motorcudan bize yardım etmesini istiyorum. Aralarında konuştuktan sonra bana yemeği bittikten sonra gidip alabileceği işaret ediyor.

Yolumuzu keçiler kesiyor

İşte bu kadar” diyorum ama arkadaşım ağlamaya başlıyor. Onun için bu yeterli değil. O birinin deposundan çekelim istiyor. Ben yaşanan her şeye rağmen eğleniyorum, o ağlıyor. İnsanların olaylara yaklaşımı çok farklı. Zaten sonradan Alman motorcu kendi deposundan çekip bizim depoya 3 litre benzin veriyor. Nasıl müteşekkirim anlatamam. 5 euroluk yakıt bizi bir sonraki benzinciye götürür.

Sakız Adası’nın devasa keçileri

Tüm stresli anlarda dimdik ayakta kalıp gülümseyen ve çözmeye çalışan ben her şey bittikten sonra bir sinir çökmesi yaşarım. O zaman suya stresimizi bırakma zamanı. Kısa bir yüzme molası veriyoruz. Lithi kumluk bir deniz. Şezlong şemsiye ve tesis sevenler için harika bir yer. Çocuğu olanlar çok mutlu olabilir. Denizi sığ ve kumluk. Lihti’de 40 eurodan başlayan fiyatlarla birkaç otel mevcut. Lithi’ye gelirken o kadar çok muhteşem turkuaz renkli bakir koydan geçtik ve benzin olmadığı için giremedik ki. Onların üstüne bu denizde yüzmekten mutlu olmamam gayet doğal bir şey. Fotoğraf bile çekmemişim. O derece yani.

Volissos Köyü

Volissos

Yakıtımızı alınca adanın kuzeyine doğru yol alıyoruz. Yol üstünde ki bakir koylar devam ediyor ama arkadaşım bakir koylara girmekten korktuğunu söylüyor. İnemiyoruz. Volissos Köyü var hedefimizde. Minicik köy meydanında küçücük bir bakkal ve önünde çok şirin masa sandalyeleri var.

Volissos yolunda ki minik, bakir, canım koylar

Kadına köyle ilgili bir şeyler soruyoruz. Yukarıda ki kaleyi gösteriyor. Başka bir şey yok diyor. İnternette okuduklarımdan Homeros’un doğduğu ortaçağ köyünün burası olduğuna dair bilgilerim var.Homeros’un evi nerede” diyorum? Biraz düşündükten sonra kimlerden diye sorunca gülümseyip teşekkür edip ayrılıyorum. Homerosgillerden diyemiyorum.

Volissos Köyü

Yukarıda ki kaleyi görelim bari diyorum. Arkadaşım “aman kale işte” diyor. Arkadaşım bir arkeolog. Şaşırıyorum. En iyisi bir benzinci bulmak ve derin derin nefes almak. Adanın en büyük benzincisini bulmak ve yakıt alabilmek bende bir coşku seline sebep oluyor.

Lithi’den sonra ki ilk benzinlikçi. Çok şükür

Anavatos

Anavatos‘la ilgili okuduklarım o kadar çok ilgimi çekmişti ki. Anavatos‘un kelime anlamı erişilmezmiş. Denizden 450 metre yukarıda kurulu bir ortaçağ köyü burası. Osmanlıdan kaçmak için sığınan, esir düşmektense ölmeyi tercih edip uçurumdan atlayan 400 kişinin bir zamanlar yaşadığı yer ve ben görmeyi çok istemiştim. Sadece bir ailenin yaşadığını geçen gece sokakta karşılaştığım kadın anlatmıştı. Tek bir girişi bulunan üç tarafı uçurumlarla çevrili bu köye tabi ki gittim ama göremedim. Arkadaşım görmek istemedi. “Köy işte diğerleri gibi” dedi. Artık savaşmaya gücüm kalmadı. Köyün yanından geçip gittim.

Seramikleriyle ünlü Armolia Köyü, Sakız Adası

Lagkada

Eğlence ve taverna arıyorsanız Chios’un kuzeyindeki Lagkada çok şirin bir kasaba ama kalacak yer HİÇ yok. Chios merkezden kuzeye doğru gittiğinizde oldukça yakın olduğunu göreceksiniz. Biz gittiğimizde oldukça rüzgarlıydı ve pek kimse yoktu.

Lagkada

Ada da normalde kimsecikler yok zaten. Euro kurundan mı böyle oldu yoksa genelde hep böyle sakin mi? Bilemedim. Tavernaalrın önünden sahil boyunca yürüyünce, uç kısımda denize girebileceğiniz bir yerde var. Havluyu da seriyorum, denize girmeyi de deniyorum ama arkadaşım bir türlü gelmeyince toparlanıp gidiyorum.

Lagkada

Lagkada bana aradığımı vermeyince diyorum ki “hadi Chios’ a dönelim ve merkezi gezelim.” Sakız adasının kuzeyinden merkeze inerken kayıp insanları buluyoruz. Araba koyacak yer yok. Aşağıya inip birkaç kişiye bunu sormayı çok isterdim. Ada bomboş demek isterdim. Neden üst üstesiniz emek isterdim ama demedim tabi ki.

Chios merkezin kuzeyinde ki plaj

Sakız adasının güneyi bomboş plajlarıyla dururken küçücük bir koyun içinde 300 spartalı ve yol üstündeki arabaları, üst üste denize giriyorlar. Hayat çok garip. Chios merkeze yaklaştıkça da Sakız adasının sembollerinden olan yeldeğirmenleriyle karşılaşıyoruz. Değirmenlerin binaları var ama yelleri yok. Şans işte…

Meşhur Sakız Adası fotoğraflarının yeldeğirmenleri

Chios, Adanın Merkezi

Chios merkeze gelince arabayı parkedecek yer arıyoruz. İlk geldiğimiz gün deli gibi kalabalık olan meydanda kimsecikler yok. Arkadaşım ehliyetini unuttuğu için arabayı ben kullanıyorum. Kendisi mükemmel araba kullandığı için! kimseyi beğenmiyor.

Chios, ara sokaklar bile tarihi eser dolu

Önce bir otel arayışına giriyoruz. Limanda deniz boyunca yürüyünce arka sokaklarında bir sürü otel var. Çok fazla düşünmeden Holidays Rooms Hotel de odamızı alıyoruz. 35 euro fiyatı ve asla indirim yapmıyorlar. Kostas bize odamızı gösteriyor. Minicik balkonundan denizi ve Osmanlı camisinin minaresini görebiliyorum. İnterneti bulur bulmaz önce birikmiş işlerimi halledip kendimi sokaklara salıyorum. Chios merkezde her şey var. Marketler, mağazalar, tavernalar…Bildiğimiz şehir burası

Greek Fish Taverna

Gece de tek başıma çıkıp yemek yiyeceğim bir yer arıyorum. Kalabalıklara karışasım yok. Hiç kimsenin olmadığı tam köşedeki Greek Fish Taverna‘ya oturuyorum. Kalamar ızgara yemek gibi bir planım var. Tava yaptıklarını öğrenince kalkmaya yelteniyorum ama istediğimi yapacaklarını söylüyorlar. Beni ikna ediyorlar. Sakız adasına özgü uzodan içmek istiyorum. Normalde alkol kullanmam. Anason kokusuna hiç dayanamam ama bu akşam ihtiyacım var. Sakız Adası’nda uzoyu bardağın yarısına kadar doldurup üstünü ağzına kadar buzla doldurup içiyorlarmış. Diğer uzolardan da farklıymış. İçebilmem bu sebeptenmiş.

Greek Fish Taverna, Sakız Adası

Yemek yiyip, internette arkadaşlarımla sohbet edip, kafamı dağıtıyorum. Arkada harika greek müzikler çalıyor.İlerleyen saatlerde tavernanın sahibi Dimitrios nereli olduğumu soruyor ve sohbet böyle başlıyor.  En son masaya şirin garsonumuz da dahil oluyor. Çok eğlenceli saatler yaşıyoruz.Mükemmel insanlar. Bana Sakız adasına özgü sakız likörü tattırıyorlar. Çok beğenince bir litrelik şişeyi bana hediye ediyor. Uzoyu da çok beğendiğimi söylemiştim. Bir şişede ondan getirtirken durduruyorum. En son, bir sonraki sefer geldiğimde Çeşme manzaralı sadece bana ait bir evde kalabileceğimi, araba kiralamamamı, onunkini alabileceğimi söylüyor. Ben de onları İstanbul’a davet ediyorum. Sabah dörde kadar sohbet devam ediyor.

Sakız Adası manzaraları

Gidebilirim desem de beni otel odama kadar bırakıyorlar. Suriyelilerin çok olduğundan ve beni hop diye kolumdan çekip götürebileceklerinden bahsediyorlar. Geçekten adada çok fazla arap var. Şimdiye kadar hiç bir yunan adasında karşılaşmadığım kadar gözle taciz olayı yaşadım merkezde dolaşırken. Eğer giderseniz mutlaka Greek Fish Taverna ve güleryüzlü sahibi Dimitrios‘la tanışın. Muhteşem lezzetlerinden, hoş sohbetlerinden tadın. Yüzünüz ne kadar asık girerseniz bir o kadar gülerek çıkacağınızın garantisi var. Ertesi gün markette baktığımda bana hediye ettikleri likörün 19 euro olduğunu görüyorum. Ben 18 euro hesap ödemiştim.

Volissos

Ve Son Gün Neye Niyet Neye Kısmet

Hayatımda pek nadir olarak kabinlerde üst değiştiririm. O tek seferde de şapkamı, maskemi kabinde unuttuğumu ertesi gün farkediyorum. Lithi’de ki otelde çalışan türkün kartını almıştım. Arıyorum ve kabinde buluyor bir gün sonra bile. Bizde olsa nasıl olurdu diye bir kez daha sorguluyorum.

Mavra Volia yani Emporios siyah plaj

Son günümüzü denize ayırmıştık. Mavra Volia hayalleriye kıvranırken yine sevmediğim ve beğenmediğim Lihi’ye gitmek zorunda kalıyoruz. Hava zaten bulutlu. Madem öyle burada takılalım diye düşünüp şezloga geçiyoruz. Hemen bir çocuk beliriyor. Bir şeyler içersek oturabileceğimizi söylüyor. “Tamam” diyoruz. Gelince hemen parasını istiyor ama biz çantamızı arabada bıraktık. Araba onların otelinin önünde. Bir yere kaçamayız yani. Zaten 1,5 euro için neden kaçalım. İşletmeci bir Türk olunca o çocuğu defalarca yanımıza gönderiyor. Arkadaşım üstünü değiştirmek için arabaya gidince de arabaya gidip istiyor. Yunan da böyle şeyler yaşanmaz. Adamların umurunda değil. Böyle olduğu içinde kimse kaçmaz. Bunu bir kez daha düşünmek lazım.

Sakız Adası

Bu sefer başka bir dağ yolundan Chios’a dönüyoruz. Arabayı teslim etmemiz lazım ama araba kiraladığımız yer kapalı. Genelde “arabanın üstünde anahtarı bırak git” derlermiş. Rahat insanlar yani. Feribot saatini beklerken alış veriş yapıp bir şeyler yiyoruz. Arkadaşım buranın peynirlerini çok seviyor ve sabah peynir alış verişi yapmış. Feribota getiriyorlarmış. Peynirler o kadar geç geliyor ki neredeyse feribota yetişmeyecekti.

Mesta, motor giremez !!!
  • Sakız ağaçlarıyla ünlü ada da birkaç sene önce çıkan yangında simsiyah yanmış ağaçlar kalmış. Yollar bomboş.
  • O kadar çok bakir koydan geçtim ki karavanla gelsem hepsine girer çıkardım dedim. Kamp yapmaya çok uygun. Sakız Adası’nda farlar açık gidilirse ceza yiyeceğimizi söylediler. Ne kadar doğru bilemiyorum.
  • Bu adayla ilgili okuduklarımla adayı çok farklı buldum ben. Çoğu bloğun masa başından yazıldığı izlenimi verdi ya da bakış açılarımız çok farklı.

 

Sakız Adası’nın yanmış sakız ağaçları

Ve Bir Bahar İsyanı

Alıştığınız gibi bir yazı değil bu sefer ki. Bolca neşe ve eğlence barındırmıyor. Arada can sıkıcı şeylerde yaşanıyor bu sefer olduğu gibi. Çoğu zaman yaşananları kendime saklama gereği duyardım, artık yazmam gerektiğini düşünüyorum. Üç gün boyunca devamlı kendimi anlattığım, güzel bir şeyler yaşamak için çırpındığım, birilerini bir yerler görmek için ikna etmek zorunda kaldığım zamanlar geçirdim.

Bu vesileyle bunu buraya yazayım ki bu bloğu yazdığım için bu şekilde geziyor değilim. Ben iş yapmıyorum. Benim gezme tarzım bu. Hep böyleydim. Yazma kısmı sonradan geldi. Fotoğraf çekmeyi ve güzel kareler yakalamayı seviyorum. Rastgele fotoğraf çekmekten, çektirmekten hoşlanmıyorum ve gezilerimde fotoğrafa vakit ayırıyorum. Benimle bir yere gitmek isteyen herkese duyurulur ki ben zalım geziyorum.

Telef olursunuz. Bir daha düşünün. Her sokakta kaybolmaya, gerekirse arabada yatmaya, gerekirse aç kalmaya, okuduğum ya da duyduğum bir şey için kilometrelerce yol gitmeye hazırsanız gidelim.  Bütün bunların yanında eğer yoldan çıkmaya hazırsanız ve inat etmezseniz,  sınırsız kahkaha, bolca bulaşıcı neşe , eğlence garantisi var.

Sonra “niye yalnız geziyorsun, sıkılmıyor musun”? diyorlar. Sıkılmıyorum. Ben yolun bana verdiği şeylerle çok eğleniyorum. Bu gezide ben yine başıma gelen her şeyde çok eğlendim, çok güldüm ve tecrübe edindim.Bana yakıştırıldığı gibi belki HİPPİyimdir. Benim dünyam sizin yaşadığınız dünyadan farklı. Sonuçta kendimden memnun ve de mutluyum. Önemli olan tek şeyde bu.

 

Paylaşmak güzeldir!

Reklamlar

İlgili yazı

Yorum Yaz

Your email address will not be published. Required fields are marked *