Kaputaş Kanyonu Antalya’nın Kaş ilçesinde bulunuyor. Aslında daha çok bilinen Kaputaş Kanyonu’nun çıkışında bulunan Kaputaş Plajı. Seneler önce Kaputaş Plajı’na gitmiş, aşık olmuş, sonrasında köprünün üzerinden kanyona uzun uzun bakmıştım. Kaputaş Kanyonu öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya girebileceğiniz bir yer olmadığı için de bakmakla kalmıştım. Sonrasında başladığım extrem spor kanyon beni tekrar Kaputaş’a getirdi ve benim için yeni bir keşif, yeni bir macera başlamış oldu. Kaputaş Plajı’nın ardında ki dağların içinde ne var bilmek ister misiniz? Şubat ayında deniz mevsimini açtınız mı hiç? Sıradan bir Kaputaş yazısı olmayacak bu yazı. O zaman ben yazmaya başlayayım, siz okumaya…
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar

Geçtiğimiz sene hayatıma extrem spor kanyonu katmıştım ama yaşadığım sakatlıktan sonra, zorunlu bir ara vermek zorunda kalmıştım. Sakatlığımın bir kısmı mağarada düştüğüm için dizlerimde, diğer kısmı kanyondan sapasağlam çıkıp alakasız şekilde yaşadığım tırnak kopmasıydı. Sonuç olarak 3 ay ayakkabı giyemediğim için kanyonlar bana hayal olmuştu. Dolayısıyla mayıs ayından bu yana 8 aydır kanyon sporu yapamamıştım. Ben antremansız ve kondisyon olarak zayıf durumdayım yani.
- Ayvaini Mağarası maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Adaca Kanyonu maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
İct – İstanbul Canyoning Team

Etkinlikler paylaşım usülüne göre ücretlendiriliyor. Tüm masraflar kişi başına bölündükten sonra çok küçük bir miktar daha ekleniyor klüp için. Çünkü Türkiye’de ki kanyonları, dernek olarak Avrupa standartlarında boltlamaya başlamışlar. Oldukça masraflı ve meşaggatli işi tamamen gönüllülük esasına göre yapıyorlar. Bu iş onların görevi değil yani. Tüm kanyon sporcuları için teşekkür edilesi, minnet duyulası bir şey bu. Bir ipe ve o ipin takılı olduğu kayaya çakılmış metal bir halkaya hayatınızı emanet ediyorsunuz.

Etkinliklerine katılmak için buraya tıklayarak siteye üye olmanız ve arada sitedeki etkinlikleri kontrol etmeniz yeterli. Siteye üye olmak ücretli değil. Ekipmanlarınızı küçük miktarlı ücretle kiralayabilirsiniz. Eğer gerçekten bu sporu yapmaya karar verirseniz de satın alırsınız daha sonra.
Nereye Gidiyorum Acaba?
Son dakikaların insanı olarak daha birkaç gün önce tanıştığım insanların peşine takılıp İstanbul’dan çıkarken, nereye ve neden gittiğimi sorgulamamaya çalışıyorum. Gittiğim kanyonu daha önce duymadım bile. Araştırmaya da zamanım olmadı. Fethiye Saklıkent’teki Bozudere Kanyonu’na girmek için yola çıkmışız.
Şubat ayındayız ve hava soğuk. Sular kar suyu. Çok üşüyen biri olarak suya nasıl gireceğimizi sorup duruyorum yol boyu. Korkunun da ecele faydası yok. Normalde diğer gruplar sulu kanyon sezonunu mayıs gibi açıp, ekim gibi bitirdikleri için kışın bir kanyona gidiyor olmaları da beni şaşırtıyor. Meğer İct sezonu hiç kapatmıyormuş.
Sabah erken saatlerde gözümüzü Fethiye Saklıkent’te açıyoruz. Hava rüzgarlı,soğuk ve puslu. Bozudere Kanyonu’na gireceğimiz yerde inip su seviyesine bakıyoruz. Sular alıp götürecek cinsten. Grup kendi arasında konuşuyor. Başkanları Erdal Hoca’nın da kararıyla rotamızı Kaputaş’a çeviriyoruz. Allahım çok mutluyum.

Bir kaç gündür sayfama düşen Kaputaş fotoğraflarına bakıp iç geçiriyordum. Artık nasıl istediysem Kaputaş’a gidiyoruz. Zaten Bozudere’ye girmeyi hiç istememiştim. Ben istemezsem olmaz zaten. Girememelerinin sebebi benim yani. Yolda köylerden geçerken bir oğlağa çarpmamız çok üzücü oluyor ama yakın köylerdeki bir veterinerde onu tedavi ettirip sahibine teslim ediyoruz.

Kaputaş Plajı
Kalkan üzerinden Kaputaş Plajı’na giden yolda muhteşem manzaralardan geçiyoruz. Seneler önce bir akşam saati geçip gün batımını görebilmiştim. Hava şubat ayına göre bir hayli sıcak. İnanılır gibi değil. Kendimizi nasıl suya attığımızı bilemiyoruz. Şubatta deniz mevsimini açmak nedir? Şaka gibi.

Kaputaş Plajı’na en son beş sene önce gelmişim. O zaman burası tamamen doğayla başbaşa bir yerdi. Sonra buraya bir tesis kuruldu. Plaja plastik şezlonglar konuldu. Ben o hallerine dayanamayacağım için bir daha gelmemiştim. Kaputaş Plajı’na indiğinizde sağdaki kayalıkların dibinden su kaynar ve suyu daha soğuktur. Bu aklınızda olsun. Eğer çok üşüyen biriyseniz kumsalın sol tarafını tercih edin.
Yeni arkadaşlarım extrem sporcuları ve sert adamlar. Üşümüyorlar. Hemen suya atlayıp kayalara tırmanıyorlar. Kayalardan atlıyorlar. Bende kayalara tırmanmak için bir deniz ayakkabısı yok. Yüzmekle yetiniyorum. Hala eskiden olduğu gibi kimsesiz, bakir bir Kaputaş yaşıyoruz. Kumsalda dolaşıp, taş toplayıp, müzik dinliyorum. Birkaç gün önce şuan burada olacağımı asla hayal edemezdim. Hayat süprizlerle dolu işte. Gün öyle güzel batıyor ki. Masal gibi.

Kaputaş Plajı’nda Kamp
Mevsim itibariyle dalgalar çok deli. Eşyalarımızı yukarıda ki tesiste bırakmıştık. Sahilde kamp yapmak biraz riskli. Sabah uyandığımızda suyun içinde bulabiliriz kendimizi. Yukarıda ki tesise çıktığımda herkes çadırını çoktan kurmuş, yerleşmiş. Kaputaş’a tepeden bakan, çadırımı açtığımda bu harika kumsalı görebildiğim bir manzarada uyuyucam. İnsan daha ne ister?

Kaputaş’da ki duşlarda şampuan kullanmak yasak. Kaputaş Plajı’nda ateş yakmak da yasak olduğu için yeme, içme kısmını tesiste yapıyoruz. Kaputaş’ın koruma altında olduğunu görmek çok güzel. Tesisteki Mehmet abi bize mutfağını açıyor. Közlenmek için alınmış patatesler için tava ve yağ veriyor. Dolabında ki yiyecekleri paylaşıyor. “Sezonda gelip çalışayım burada” diyorum. Sabah 5’te kalkıp Kaputaş Kanyonu’na girmeyi hedefliyoruz. Bu sebepten saat 9 gibi herkes uykuya çekiliyor. Uykumun arasında plaja gelen gençlerin seslerini duyuyorum.

O kadar erken uyumaya alışkın olmayan ben gece 11,30’da, gece 1’de sonra sabah 3’te uyanıyorum. Sonra telefonun saati yanlış herhalde deyip çadırdan dışarı bakıyorum. Dışarısı karanlık, çadırlar duruyor. Uyuyup kalıcam, herkes gidecek ve ben kalıcam korkusundayım. Niyeyse? Sabah 5’te ayaktayız. Sabaha karşı çıkan rüzgarda uçuşa uçuşa kahvaltı ediyoruz.

Bu soğukta “Nereye gidiyorsun Bahar” diyorum. Diyorum ama bir taraftan da uça uça gidiyorum. Aceleyle toplanıyoruz ve karanlıkta yollara düşüyoruz. Karanlıkta yukarı çıktığımızda tepemizdeki yıldızlar öyle güzel ki. Muhteşem bir manzara daha kaydoldu hafızama. Bu sene fotoğrafını çekemediğim ama asla unutamayacağım kareler emanet ettim hafızama.

Kaputaş Kanyonu Öncesi Bitmek Bilmez Hazırlıklar
Kaputaş Kanyon girişi, Antalya, Kaş – Kalkan ile Bezirgan Köyü Yolu Üzerindeki çeşmenin orasıymış. 16 kişiyiz ve sadece üçü kadın. Hal böyle olunca biz araçta giyiniyoruz. Dışarısı çok soğuk ve çok rüzgar var. Kadın olduğuma şükrediyorum. Giyin giyin bitmiyor. Scuba elbisesi, scuba çorabı, üstüne bot, boyuna buf, kafaya buf, üstüne kask, iniş kemeri, karabina, iniş aleti, scuba eldiveni, üstüne kaydırmayan iş eldiveni… Sayarken yoruldum. Bu grup can yeleği kullanmıyor. Avrupa standartlarında yapıyorlar kanyon sporunu. Aylar süren eğitimler yok. Siz kanyona girmek isterseniz sizi götürüyorlar ve direkt kanyonda öğretiyorlar. Geçtiğim aşamalar aklıma geldikçe kazandığım arkadaşlarımı düşünüp teselli oluyorum.

Araçta terliyoruz, dışarı çıkınca donuyoruz. Rüzgarlığımı almak aklıma gelmemiş. Keşke gelseymiş. Erdal Hoca bana bir de göbek bağı veriyor. (Kendimi emniyete almam için) Onsuz kanyona girilmezmiş. Daha önce kullanmamıştım hiç. Neşeli Erdal hocam pek bir ciddi. Demişti bana daha önce ” Kanyonda beni tanıyamazsın. Çok ciddiyimdir. Şimdi konuşuyorsun ama kanyonda seni dinlemem. Orada ben konuşurum” diye. Ben de gözüne gözükmemeye çalışıyorum. Bilmediğim konularda fikir üretmek ve konuşmak gibi bir adetim yok. Bana denileni yaparım her zaman.

Pirana dediğim şey aşağıya inebilmek için kullandığımız metal bir alet ve ben nasıl kullanıldığını unuttum. Onlar kendi ürettikleri piranaya benzer başka bir şey kullanıyorlar. Görünümü cin ali ile örümcek adam karşımı bir şey bana göre. Toplu fotoğraf sonrası Erdal hoca, benimle Gülsün’ün zayıf halka olduğundan ve öne alınmamızdan bahsediyor.
Ve sonunda Kaputaş Kanyonu Yolundayız
Şubat ayında sizin bir pazar gününüz nasıl geçer? Geç kahvaltı sonrası, elinde kahvenle tv karşısında battaniyeyi çekip, güzel bir film seyretmek mesela. Bizim pazarımızsa irili ufaklı 26 şelaleden inmek olacak. Hem de buz gibi suları yara yara. Sabah 5’te donarken “kendime daha hafif başka hobiler mi bulsam acaba?” diyorum.

Kaputaş Kanyonu’na dik bir yokuştan inerek başlıyoruz. Kafa lambalarımıza gerek kalmıyor. Biz hazırlanıncaya kadar hava aydınlanmaya başladı çünkü. Bir müddet sonra dereyi buluyoruz ve yürüyüşe geçiyoruz. Aynı dönem eğitim gördüğüm arkadaşlarım eylül ayında, kuruyken geçtiler Kaputaş Kanyonu’nu. Normalde yaz aylarında bu kanyonda su olmuyor. Anlatmışlardı ama unutmuşum.
İlk başlarda yine bir dere yürüyüşüne düştüğümü düşünüyorum. Bir müddet sonra inişlere başlıyoruz ve ben anya neymiş konya neymiş anlayıveriyorum. Erken karar vermişim. İlk başlarda kısa inişler var, zorlanmıyorum ama öyle dik şelaleler var ki aşağıya bakakalıyorum. “Buradan nasıl inicem ben hocam?” diyorum. “Spor yapmak istiyorum demiyor muydun. Al sana spor” deyip gülüyor Erdal hocam. Allah da belamı verdi işte. İlk başta geçtiğimiz kolay kısa inişlerden sonra karşıma çıkan 20, 25 metrelik şelaleler, müthiş tazyikli akan bir su, başıma vuran buz gibi sular… Derdin ne Bahar?

Atın Beni Şelalelerden, Hakettim
Yükseklik korkum pek ses etmiyor. Durup düşünmeye vaktim olmadığından mı acaba? Bir yerde aynı Ayvaini Mağarası‘nda olduğu gibi yüzüm uçuruma dönük inmem gerekiyor. Ben “inemem” diyorum. Erdal hocam pek gözümün yaşına bakmıyor. Bir ara ayağıyla itti sanıyorum. İtti ama eliyle de savrulmamam için tuttu. Kendi başına uçması için yavrusunu yuvadan atan anne kuş gibi. Hem attı, hem emniyetimi sağladı.
Eğer öyle yapmasaydı beni orada çok beklerlerdi. Hala gözümün önüne geldiğinde dehşete kapılıyorum. Aylardır yatışta olan vücudum ham, kondisyonsuz. Sonlara doğru kıpırdamak da zorluk çekiyorum. İki yerde kurulan istasyonlar için çok bekliyoruz. Beklemek pek sevdiğimiz bir şey değil. Kanyonun içi rüzgarlı olduğu için hareketsiz kaldığımız her an üşümeye başlıyoruz. Tir tir titriyorum. Çıkınca kendimi yanan ateşlere sokmaktan, eve gidince battaniyenin altından çıkmayacağımdan bahsediyorum.

Suyun debisi öyle fazla ki, bir şelale inişinden sonra girdap oluşuyormuş. İlk inenleri çevirip çevirip fırlatmış. Demişler ki “kızlar buradan geçemez.” Asiye tecrübeli. Gülsün ve ben zayıf halkayız. Kendi aramızda “biz engelli, biz sakat” diye şakalaşıyoruz. Bizim gibi birkaç kişi için kanyonun içinde zipline kuruluyor. Daha önce zipline yaptım ama tepemden deli deli sular akmıyordu.

Bir bir aştık tüm şelaleleri. Müthiş manzaralardan geçtik. Çok üşüdük. Kanyona düşmüş ve ölmüş yaban keçisine üzüldük. Bir ara yalnız kaldım. İnemedim taşlardan. O keçi gibi ölüp kalıcam sandım. Hatta yüksek sesle kendi kendime bile söyledim bunu. Kanyon giriş ve çıkışında ki yaklaşma mesafesi kısa olunca tadından yenmedi. Kanyon geçmekten daha çok girerken ve çıkarken telef oluyorum ben.

Kaputaş Plajı tüm şahaneliğiyle efsane bir gün batımıyla karşılıyor bizi. Yorgun, üşümüş ama savaş kazanmış komutan edasında mutlu mutlu gün batımı seyrediyorum. Az önce kulakları sağır edercesine çağıl çağıl çağlayan sular hiç yokmuşçasına sakin bir Kaputaş manzarasına bakıyorum. Sanki dokuz saat boyunca o azgın sularla hiç boğuşmadık. Sızlamayan tek bir uzvum yok ama asla pişman değilim. Bu yazıdan sonra Kaputaş plajına gidenler ardında ki dağların içinde ne var biliyor olacak ve kesinlikle ardına bir daha bakacak.

2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?
Sabırsızlıkla bekliyorum bende.
Adrenalini iliklerine kadar hissedeceksin 🙂 Az kaldı