Sümela Manastırı Trabzonun Maçka ilçesinde Altındere Köyü’nde bulunuyor. İki yıl önce ilk Karadeniz’e geldiğim de Sümela Manastırı kapalıydı. Sümela Manastırı son birkaç yıldır tadilatta ve gezebilmek mümkün değil. Bu sefer uzaktan bile olsa görmek için yollara düşüyoruz. Deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikteki eski Rum Ortodoks manastır ve kilisesinin tam adı Panagia Sumela veya Theotokos Sumela’dır.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Sümela Manastırı’na Nasıl Gidilir?
Yağmurlu bir pazar sabahı az insan olur diye saat altı gibi yollara düşüyoruz. Vakfıkebir’de kalmıştık akşam. Vakfıkebir Sümela Manastırı arası 92 km. Trabzon üzerinden gidiliyor. Navigasyon yolda sorunsuz çalışıyor. Sümela Manastırına kadar kaymak gibi çok güzel yollar yapmışlar. Siz Trabzon havaalanına gelip buradan Maçka’ya geçip Sümela Manastırı’nı ziyaret edebilirsiniz. Trabzon havaalanı Sümela Manastırı arası 47 km. Bu da aşağı yukarı bir saat süre demek.
Sabah 6’da olmasına rağmen her yer arap turist dolu ve çok kalabalık. O saatte bile insandan geçilmiyor. Bu kalabalığı beklemiyordum. Arabayla geldiğimiz noktada bir sürü dükkan var. Çay içebileceğiniz, mısır yiyebileceğiniz, magnet vs alabileceğiniz küçük bir çarşı oluşmuş burada. Araçla giriş 11 TL (2018 Ağustos) Araçta üç kişiyiz. Kişi sayısı farketmiyor.
Bizi “Dünyadaki cennet köşelerinin birindesiniz” yazısı karşılıyor. Hava yağışlı ve sisli. Sümela Manastırı’na nasıl çıkalım diye sorduğumuz da “önce seyir terasından bakın, sonra arabayla çıkarsınız“ diyorlar. Seyir terasına giderken ardımdaki dağa bakıyorum. Sis bulutları var ardımda. Sisten başka birşey göremiyorum. Tepelere çıkıcaz herhalde diye düşünüp ormana dalıyoruz. Tırmanıyoruz. Yerler yağıştan çok kaygan ama orman muhteşem. Kokusu, yeşilliği… Anlatmakla olmaz. O ormana dalmak gerekiyor.
“Daha gitmeyelim, inemiycez” diyoruz. Gül’ün kolu hala alçıda. Güç bela dönüyoruz. Bir ara arkama baktığımda Metehan havalara bakıp fotoğraf çekiyor. Neyi çekiyor diye bakınca inanamıyorum. O ilk baktığım sislerin ardında ne varmış? Tabi ki Sümela Manastırı. O da Sümela Manastırı’nı fotoğraflıyor. Boşuna tırmanmışız. Buna ne çok gülüyoruz.
Bir patika varmış eskiden. Sümela Manastırı’na orayı yürüyerek çıkmayı hedeflemiştik ama şimdi kapalıymış. Mecbur arabayla çıkıyoruz yukarı . Çıkarken de bir seyir terasından çok uzak da olsa görmeye başlıyorsunuz. Sümela Manastırı’na en fazla yaklaşabileceğimiz noktaya ana kapıdan girdikten sonra 5 dakikada çıkıyoruz. Burada çay içebileceğiniz yerler var. Minik bir çarşı da burada oluşmuş.
Sümela Manastırı’na Hep Arkamızı Dönüyoruz
Baya şiddetli bir yağmur başlıyor. Tarihi bir binanın içinde, barkevizyonda Sümela’nın hikayesini dinliyoruz. “Sümela Manastırı’nın Bizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375–395) Atina’dan gelen Barnabas ve Sophronios isimli iki rahip tarafından kurulduğu düşünülüyormuş. Sümela, manastır işlevini 1923 yılına kadar sürdürmüş. Manastır halk arasında Meryem Ana diye anılıyormuş. Meryem Ana için kurulmuş, Sümela adını ise siyah anlamına gelen melas sözcüğünden aldığı söyleniyor.
Bu isim manastırın kurulduğu Karadağlar’dan geldiği düşünülüyormuş. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan Sümela Manastırı, her zaman ki gibi manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara, dağ ve su kenarlarında kurulma rutinini bozmuyor. Manastırlar her zaman ulaşılması en zor yerlerdeyken bizim medreseler her zaman şehir içlerinde ve ulaşması bir o kadar kolay.
Hava hala soğuk, sisli ve yağışlı. Aslında bir bulutun içindeyiz. Çişil çişil bir hava var. Sisin çökmesini beklerken, tahta korkulukların üstünde yanımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları çıkartıyoruz. Tahta korkuluklara da dikkat etmenizi öneririm. Fena halde oynuyorlar. Aşağısı uçurum. Abanmamanız da fayda var.
Sislerin dağılmasını beklerken bir taraftan kahvaltı ediyoruz. Avrupalı turistler yediğimiz pekmez tahini merak edince onlara da tattırıyoruz. Beğendiler sanırım. Bir ara arkama bakıyorum. Sümela ardımda. Yine yanlış tarafa bakmışız. Buna da çok gülüyoruz. Siste asla doğru tarafa bakmayı başaramıyoruz bugün. Şaşkın mıyız neyiz? Sümela Manastırı’nı bir türlü tutturamasak da en sonunda sisler dağılıyor ve doya doya seyrediyoruz.
Muhteşem bir doğanın içinde öyle güzel ki. İnsan o sarp dağlara bu manastırı nasıl yaptıklarına hayret ediyor. Çok fazla yeni duruyor. Zaman içinde Osmanlıya geçen manastırın hala günümüze kadar gelebilmesi çok sevindirici. Sis bulutları ara ara Sümela Manastırı’nı kapatınca daha da mistik bir ortam ortaya çıkıyor.
Arap memleketlerine gitmiş biri olarak, ağaçsız, genelde çöl coğrafyalarından sonra böylesi çılgınca bir yeşillik ve delice akan sularımızı gördüklerinde ne hissettiklerini dinleyebilmeyi çok isterdim. Yeşile alışkın olmamıza rağmen bizi bu kadar etkiliyorsa onlar kendilerini cennette hissediyorlardır diye düşünüyorum. Israrla arap turistleri izlemem bu yüzden.
Sayısız fotoğraf çekip istemeden de olsa dönüşe geçtiğimizde o minik çarşıda bir kemençe sesi bizi yakalıyor. Hava ağustos ayı için çok soğuk. Kemençe dinlerken çaylarımızı içip ısınmaya çalışıyoruz.
Sümela Manastırı Ne Zaman Açılacak?
Sümela Manastırı iki sene önce de kapalıydı. Görememiştim. Bu sefer en azından uzaktan görebiliyorum. Restorasyon bir türlü bitemiyor. Son haberlere göre gizli bir geçit ve şapel bulunmuş. Yukarıdan taş da düşüyormuş. Okuduklarıma göre 18.05.2019’da komple açılacakmış. Umarım basın açılışında orada olurum.
Geçtiğimiz günlerde manastırın kuzey çatısının üst sağ yamacında bulunan ‘cennet ve cehennem, ölüm ve yaşam’ tasviri taşıyan fresklerin yer aldığı şapelin ardından şimdi de manastıra gelecek saldırılar için bir ileri karakol görevi yapan ‘Gözetleme Şapeli’ ortaya çıktı.Giriş kapısını net olarak gözetleyebilen, simetrik olarak Aziz Barbara şapelinin tam karşısına konumlandırılan şapele merdivensiz ulaşım sağlanamıyor. Zeminden 4 metre yükseklikte inşa edilen yapının bir bölümü yıkılırken, şapelin bir şahin yuvası niteliğinde olduğu belirtiliyor. Antik yolların da güvenliğini sağlamak için kurulduğu düşünülen şapel çam ve defne ağaçlarının arasında saklanmış olması rağmen diğer şapeller gibi geçmişte definecilerin hışmına uğramaktan kurtulamadığı gözlendi. Sabah Gazetesi
Her yerden şelaleler, sular akıyor. Yeşil, mis gibi bir havası var.Dönüş yolu bile öyle güzel ki. Bir taraftan fotoğraf çekip bir taraftan eğleniyoruz. Bu yeşil cennete veda etmek kolay olmuyor.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?