Hava muhalefetinden sulu kanyon ertelenince, Tekirdağ da ki Kanara kayalıklarına gidip antreman yapmaya karar veriyor hocalarımız. Kanara Kayalıkları Tekirdağ Güngörmez’de. Güngörmez de Tekirdağ Saray da. İnternette kısa bir arama da karşıma çıkan Kanara Kayalıkları’na hayran olup gitmeye karar veriyorum.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Ballıkayalar Kanyon Geçiş Eğitimi maceramı da okumak için tıklayın.
- Manisa, Yarıkkaya Kuru Kanyon Eğitimi maceramı da okumak için tıklayın.
- Ayvaini Mağarası Geçiş maceramı da okumak için tıklayın.
- Bilecik, Adaca Kanyonu maceramı da okumak için tıklayın
Kanara Kayalıkları’na Nasıl Gidilir?
Servis gündüz gitti. Ben günümü adada değerlendirip akşam kampa katılmayı istiyorum. Servise yetişemeyecek iki arkadaşımla birlikte akşam 7 sularında yola koyuluyoruz. Tekirdağ Güngörmez‘de bulunan Kanara Kayalıkları için navigasyon iki ayrı yol çiziyor. Ben oturduğum yerden daha kolay ulaşacağım arka yollardan Durusu, Tayakadın ve üçüncü havaalanı yolunu takip ediyorum. Şehir içi trafiğine girmek en son isteyeceğim şey.
Güngörmez‘e ulaşmak iki saati bulmuyor. Çok karanlık da köy yolların da kalmak istememiştim. Başardık. Çünkü belli bir yerden sonra bölünmüş yol bitiyor ve normal yollara da devam ediyorsunuz. Güngörmez’e geldiğimiz yerde bir restoran var. İlk önce kamp alanımızı orada bir yerde sanıyoruz ama arkadaşlarımızı arayınca aracı yukarı da bırakıp aşağılara yürümemiz gerektiğini öğreniyoruz.
Kanara Kayalıkları Kamp Alanı
Neyse ki bizi almaya geliyorlar. Tam beş kişi kamp malzemelerini yüklenip çayırlardan, ormanlık alandan, derelerden geçip kamp alanına ulaşıyoruz. Gece karanlığında Kanara Kayalıkları‘nı göremiyorum ama kamp alanı, ağaçlar ve kamp ateşi, çalan müziklerle efsane gibi. Reklam afişi gibi. Muhteşem.
Hemen çadırlarımızı kurup kamp ateşinde ızgara olayına girmek istiyoruz. Biz sonradan giden üç kişi açız. Biz kamp ateşi deyince ızgarasız yaşayamayanlardanız. Közlenmiş biberler, tavuklar, mantarlar… Tam biz ateş başında yemek işleriyle uğraşırken kamp alanımıza bir telefon geliyor.
Bizden sonra gelen İbrahim hocam benim arabanın plakasını söylüyor. Kapımın açık olduğundan bahsediyor. Ardına kadar hemde. Biz tam beş kişi hem kapıyı açık bırakıp hemde sandalyeleri yukarı da bırakıp gelmişiz. Biz Ersan’la tekrar derelerden tepelerden çayırlardan tırmanarak araca ulaşıyoruz. Tırmana tırmana eridim bittim ben bu kanyon eğitimlerinde zaten. Geri dönüş yolunda çakalların sesi bile duyuluyor. Doğayla baş başa bir kamp alanındayız.
- Güngörmez Kanara Kayalıkları karavan kampına uygun değil. Aşağı inecek yol yok.
Hülya, Neden Böyle Hülya
Ayvaini Mağarası’nın baş kahramanı Hülya’yı hatırlayan var mı? Bence Hülya’yı unutmamak da fayda var. Zira bu yazının baş kahramanı yine Hülya’dır. Her ne yaparsa yapsın kızamadığım ama her seferinde ağzımın bir karış açık kaldığı güzel Hülya’m benim. Ben gelinceye kadar közlenen biberleri soyup bir tabağa alıyorum ve canım arkadaşım Hülya 3 saniye sonra hepsini yere deviriyor.
Arkadaşların “resmen nazarımız değdi” cümlelerine ben ağzım açık bakakalıyorum. Hülyacım “olur böyle şeyler, üzülme” diyor. Sanırım bu cümleleri benim sarf etmem gerekiyor ama benim yerime biberleri deviren Hülya söylüyor. Yorulmamı istemedi sanırım.
Biz karnımızı doyurmaya çalışırken bir grup gece yürüyüşüne çıkıyor. Ben mağara da düşüp dizlerimi incittiğim ve de bütün gün adada dolaşıp yorulduğum için kamp ateşçileriyle keyif modundayım. Bu kamp zaten keyif kampı. Erken yatma, erkenden kalkıp toparlanma ve koşturma kısmı yok. Tamamen relax moddayız.
Yürüyüşten dönen arkadaşlarla daha da bir şenleniyor kamp alanımız. Yanlarında iki kocaman köpekle gelmişler. O köpekler sabaha kadar kamp alanımızı beklediler sonra. Öyle çok sevdim ki yanımda getiresim geldi. Hala arada aklıma geldiğinde özlüyorum.
Tut Ucundan Hülya
Ilık bir hava da kamp ateşimizin başında şarkılar söylüyoruz. Sohbetler ediyoruz. Gülüyoruz, eğleniyoruz. Kimsenin uyuyası yok. İlerleyen saatlerde “çadırını nereye kurdun?” sorusu geliyor. Gösterdiğimde bir gülme alıyor. Meğer oldukça gürültülü bir ortama kurmuşum. Çadırlar kumaş ve ses geçirmeme imkanı yok.
Kazıkları söktüğüm gibi “tut ucundan Hülya” diyorum. İki ucundan tutup hop başka yere taşınıveriyoruz. Yüksel hocam “hayırr” diyor. Çünkü arada biz varken ses ona daha az gidecekti. Onun çadırını da söküp taşıyoruz bizim tarafa. Keşke yaşadığımız evler içinde bunu yapabilsek.
Sonunda üşümeden güzel bir havada kamp yapabilmenin mutluluğu ve mis gibi temiz havada olmanın avantajıyla bebekler gibi uyuyoruz. Sabah çadırımın tepesinde tef sesleriyle uyandırıyor arkadaşlarım. Ne kadar mutluyum.
Ve Sonunda Kanara Kayalıkları
Gözümü açıp da dışarıda ki manzarayı görünce büyüleniyorum. Çadırlarımız ağaç altında. Karşımızda devasa duvar gibi Kanara Kayalıkları. Kayalıkların hemen dibinden akan bir dere. Yemyeşil bir doğa. Gece karanlığında göremediğim muhteşem manzara buymuş.
Sabah kahvaltımız Oğuz’dan. Kendisi bir organik beslenmeci olarak yumurtadan zeytine, tereyağdan bala ne varsa getirmiş. İki çadır ortasında kahvaltı edip şakalaşıyoruz. Aradan yarım saat geçiyor. Yüksel hocamın çadırı açılıyor. Meğer uyuyomuş. “Başka yer bulamadınız mı kahvaltı edecek başımda bıdı bıdı” diyor. Bende kendimizi affettirmek için tereyağ ve balı ağzına zorla tıkıyorum. Meğer tereyağdan da nefret ediyormuş. Sevgimizle öldürürüz biz adamı.
Kanara Kayalıkları’ndan Atlamaya Gidiyoruz
Kahvaltı sonrası ekipmanlarımızı kuşanıp o duvar gibi Kanara Kayalıkları’ndan atlamak üzere hazırız. Dizlerim pek iyi durumda değil. Yemyeşil muhteşem manzaralardan geçerek tırmanıyorum. Nefes nefeseyiz. Oldukça dik çünkü. Önce kolay yerden inmek için gidiyoruz.
Oraya giden yol da oldukça tehlikeli aslında. Bir taraf uçurum. Dikkatli yürümek gerekiyor. İlk inişimiz kısa bir parkurda oluyor. Tepeden manzara öyle güzel ki. Yemyeşil doğa. Çok çabuk tükeniyorum bu sefer. Her hafta bir etkinlik olunca beden kaldırmıyor sanırım.
Asıl iniş 35 metrelik bir negatif iniş. Yükseklik korkumu bugün düşünmiycem. Ondan önce yukarı tırmanmak asıl mesele. Hatta yavaş tırmandığım için geride kalıp yalnız kalıyorum ve ne oluyor? Yolu kaybediyorum. Hocaların durduğu yere çıkmışım. Beni görünce bir panik oluyorlar. Sol tarafım 35 metrelik duvarmış.
Neyse ki yukarı çıkıp sıraya giriyorum. Bu sporun doğası beklemek. O bekleme anlarında yaşanan şamatalar ise paha biçilemez. Sıra bana gelince çift iple ineceğimi öğreniyorum. Tam o sırada Ömer hocamın telefonu aşağı düşüyor. Her kamp ve spor aktivitemizde birinin bir şeyi zarar görüyor.
35 metre yukarıda bir uçurumun kenarındayım. Arkam dönük olarak aşağıdaki yüksekliği görmediğim zaman yükseklik korkumun uykuya yattığını keşfettiğimden beri daha rahat inişler gerçekleştiriyorum. Çift ip o kadar ağır ki. Kolda da derman yok tutsun kaldırsın. Belime bir ağrı saplanıyor.
Negatif İniş
Kısa bir normal iniş sonrası negatif dediğimiz inişi gerçekleştiricem. Yani iple kendimi boşluğa salıcam. O negatife inerken de iki dizimin üstünde kendimi ayarlamam gerekiyor. O iki diz nasıl ezik ve ağrıyor anlatamam. Müthiş bir can yanması. Orayı geçtikten sonra negatife geldiğimde ipde ki ağırlık da hafiflemeye başlıyor. Gerisi tepelerden manzara seyretmek.
Kanara Kayalıkları‘n da ki karga yuvasında ki bebek kargaları seyretmek. Hiç inesim gelmiyor. Bu sefer dizlerimde ki problemden sadece iki sefer iniş yapabiliyorum. İnmek değil o tepeye tırmanmak mesele çünkü. Biz de Kanara Kayalıkları’nın dibinden sessiz sessiz akan suyla ayaklarımızı buluşturuyoruz. Çimenlere yayılıyoruz. Etrafı gezmeye çıkıyoruz. Yemekler, sohbetler, şakalaşmalar eşliğinde zamanımız geçiyor.
Kanara Kayalıkları’nı gerçekten çok beğendim ve sevdim. Ağaçların olması ve su kenarı olması büyük avantaj. Kamp için çok uygun. Hele ki yaptığımız spor için daha bir uygun. Akşam olmak üzere ve artık herkes evine dönecek. Toparlanıp eşyalarımızı taşıma zamanı. Dere tepe çayır çimen aşarak araçların oraya bu kadar eşyayı taşımamız gerekiyor.
Gelincik Tarlası, Hülya ve Anahtar
Tüm gece ve gün Hülya’nın sakarlıklarıyla serseme dönmüş vaziyetteyim. Her seferinde nasıl yaptığına hayretle ağzım açık kalıyorum ama daha bunların başlangıç olduğunu o an bilmiyorum. Gün batmak üzere ve biz vedalaşıp ayrılıyoruz. Kısa bir süre sonra da uzun zamandır bir gelincik ve çiçek tarlası arayan ben görünce duruyorum.
Hülya’yla fotoğraf çekicez. Tam çiçeklerin içinde olmak için tarlanın ortalarına doğru ilerliyoruz. Elimdeki telefonu ve arabanın anahtarını Hülya’nın cebine koyuyorum. Birbirinden güzel fotoğraflar çekip hızlıca arabaya dönüyoruz. “Hülya anahtarı ver de gidelim” diyorum.
Hülya’nın “ne anahtarı“cümlesi ve yüzündeki bakışı ölsem unutamam. Anahtar yok. Hızlıca tarlaya dönüp aramaya başlıyoruz ama yok. Düşünsenize dizinize kadar gelen otlar ve kırmızı gelinciklerle dolu bir tarlada kırmızı bir anahtarlık arıyoruz. Önden giden servisi arıyoruz. Dönüyorlar. İki saate yakın anahtar arıyoruz ama yok. Artık ümidim de kalmadı zaten.
Onlarca insan tarladaki bütün otları çiçekleri ezdi. Nerede olduğunu bulmak artık imkansız. Arabanın tüm camları ve kapıları açık. Umudu kesmiş, napacağımı düşünerek arabaya dönerken Ender Hocam “buldum” diye anahtarı kaldırıyor. Hiç geçmediğimiz bir yerde o anahtarın ne aradığını çok merak ediyorum. Bulunmasaydı ne yapardık bilmiyorum.
Gerçekten mucize gibi o anahtarın bulunması. Sanırım birkaç yaş yaşlandım. Tekrar yola koyuluyoruz. Tüm o köy yollarını karanlık da dönüp, başımıza gelen hiç bir şeyden akıllanmayan Oğuz, Bahar ve Hülya üçlüsü Güngörmez’den Güngören’e lahmacun yemeğe gidiyoruz. Hadi bize geçmiş olsun. Tüm arkadaşlarımıza yardımlarından dolayı teşekkür ediyoruz.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?