Didim yollarına düştüğümde akşam üzereydi ve ben İzmir’deydim. İzmir Didim arası 142 km ve iki saat gibi bir süre yolda bağıra çağıra şarkı söyleyerek geçiriyorum. Akşam vakti Didim Altınkum’a ulaştığımda senelerdir görmediğim kuzenimle buluşuyoruz.
Didim’de ki kapalı yol nasıl insan dolu. Seçimlerden dolayı tatile çıkmamış herkes, artık Ege sahillerini doldurmuş durumda. Herkes aynı anda tatile çıkmış. Bense uzun zamandır yolda olmanın verdiği yorgunlukla kendimi bir eve atmanın peşindeyim. Birkaç gün dinlenip, birikmiş yazılarımı yazıp sonrasında Didim’i keşfe çıkmayı planlıyorum. Hava çok sıcak.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Didim Altınkum Sahilleri
İlk keşif yerim Altınkum sahilleri oluyor. Sezonun tam ortasında olmak kalabalığın tam kalbinde olmakla eşdeğer. Tüm Altınkum sahillerini şezlong ve şemsiyeler kaplamış durumda. Deniz sığ. Yürü yürü ıslanmak mümkün değil. Çocuklu aileler için güzel olabilecek bu tarz yerler benim için pek dinlendirici olmuyor.
İlk hedeften pek umutlu değildim zaten. Sorup soruşturup Akbük‘ün daha bakir ve güzel olduğunu öğreniyorum. Öğle sıcağında bir arabada yolculuk etmek pek kolay değil. Akbük tarafına doğru giderken dayanamayıp ilk sapaktan sapıveriyorum. Burası Didim‘e çok yakın siteler bölgesi. Rüzgar o kadar kuvvetli ki çok fazla yer aramaya gerek görmüyorum. Bir ıslanmak, bir güneşlenmek artık beni mutlu edecek bugün.
Buranın denizide sığ ve kum. Bugün daha fazla bir şey aramamam gerektiğini düşünürken daha ayağımı suya sokamadan yangın çıkıyor. Arabayı toprak yola bırakmıştım. Zeytinlikler o tarafa doğru yanmaya başladı. Koşarak arabayı çıkarıyorum oradan. Ben gelirken bir aile mangal yakmaya çalışıyordu. Rüzgar kuvvetli esince ilk çalılığa, derken zeytinliğe sıçrıyor.
Bir yangının ilk çıkış anına tanık olmuş biri olarak söyleyebilirim ki saniyeler içinde yayılıyor. İtfaiyenin gelmesi 15 dakika sürmüş olmalı. Bana sorsanız saatler sürdü. Gelen küçücük itfaiye bu kocaman yangını nasıl söndürecek derken kısa sürede söndürüyorlar. Rüzgarından, denizinin sığlığından, yangınından yılan ben sıcağın hafiflemesiyle Apollon Tapınağı için yola koyuluyorum. Kafamda ki de buydu zaten.
Didim Apollon Tapınağı
Saat yediye kadar açık olan tapınağı çok merak ediyorum. Apollon Tapınağı hemen merkezde. Yürüyerek bile gidilebilecek bir mesafede. Benim gittiğim saatte az insan vardı. Arabamı kolayca park edebildim. Sadece bir saatim var gezmek için. Giriş ücreti 5 lira. Parmaklıkların ardından bile görülebiliyor.
Yılan saçlı kadın Medusa‘nın peşindeyim. Tam gün batımı saatlerinde Apollon Tapınağı‘n da olmak çok güzel bir şey. Burası bir antik şehir değil. Bir kehanet merkezi, kehanetin tanrısı Apollon‘a adanan bir tapınak. Öyle yüksek sütunları görünce insan şöyle bir bakakalıyor. Tripotum ve ben, elbisem ve rüzgar çok güzel kareler yakalamama sebep oluyor. Tripotu gören insanların kenara çekilip fotoğraf için müsade etmelerine teşekkür ediyorum.
Tapınağın içinde dolaşıyorum. Koridorlardan geçiyorum, geniş avlulardan. Uzakta tamamlanmamış Medusa heykelleri görüyorum. Hala yılan saçlı kadını bulamadım. Çok da büyük bir yer değil aslında ama yok işte. Tamamlanmamış heykeller yerlerde duruyor. Gidip yanlarına oturuyorum. Dokunuyorum. Konuşuyorum. Hiç biri mutlu değil. Büyük bir endişe, kaygı var gözlerinde. Neden bu şekilde yapıldılar?
Gün batarken sütunların ardından görevlilerin düdük sesleri mabedin kapandığını haber veriyor. Neden daha erken gelmediğime üzülüyorum. Bütün gün deli gibi esen rüzgarda, bir karış derinliğinde sularda vakit öldürmüşüm resmen…
Ve İşte Karşınızda MEDUSA
Son çıkışta solda Medusa‘yı görüyorum sonunda. Meğer hemen girişteymiş. Ben sutünların heybetiyle ışığa uçuşan kelebekler gibi koşuştururken o benim hemen ardımda kalmış. Daha büyük olduğunu düşünmüştüm. Medusa zincirlerin ardında. Yanına yaklaşmak yasak. Dokunmak yasak.
Güneşte terste olunca birlikte fotoğraf çekmek pek keyifli olmuyor ama çok da dert değil. Göz göze gelmek daha önemli. “Ne anlatıyorsun” diyorum. Nedir bu endişenin sebebi? Yılan saçlı kadın mitolojik efsanelere göre kadın kıskançlığına kurban gitmiş ve başı kesilerek öldürülmüş.
Korku, hayret ve dehşet ifadelerinde heykelleri yapılan Medusa‘da ben endişe gördüm. Tapınağın kapanmasıyla ardıma baka baka çıkıyorum. Dokunamadığım için gözlerimle veda ediyorum. Endişelenme diyorum artık endişelenme. Hepsi geçti. Didim’de akşam olurken ben Medusa‘nın etkisindeyim.
Akbük Saplı Ada
Ertesi gün bir gün önce gidemediğim Akbük için yollardayım. Didim Akbük arası 21 km. Yolda Akbük‘e giderken bir ada görüyorum. Saplı Ada‘ymış. İnsanların sudan yürüyerek adaya çıktıklarını görünce ben de geçmek istiyorum. Ağaçların arasından bir toprak yol iniyor ve arabanızı parkedebiliyorsunuz. Gölge yerler kapılmış.
Akbük Koyu içerisinde bu Saplı Ada. Bileklerime kadar gelen suyun içinde adaya geçiyorum. Ne kadar da güzel. Adaya çıktığımda burada yaşayan birinin de olduğunu görüyorum. Kendine bir dünya yaratmış. Adanın etrafında şöyle bir dolaşınca denize girmek için pek keyifli olmadığını görüyorum ama manzara çok güzel. Deniz taşlık ve yosunlu.
Manzaranın tadını çıkardıktan sonra karaya geri yürüyüp deniz keyfi yapıyorum. Su biraz soğuk gibi. Dışarısı çok sıcak. Bu sene nereye gitsem su bir türlü ısınmadı.
Didim ve Altınkum birbirine çok yakın. 5 km 9 dakika gibi bir yakınlık. Altınkum oteller bölgesi gibi. Sahil boyu oteller var. Didim’de kapalı yol turistlerin alışveriş ve yürüyüş rotası. Çok kalabalıktı benim için. Denizi çocuklu aileler için çok uygun. Ben kayalık ve taşlık seviyorum. Birden derinleşen deniz seviyorum. Didim’de sevdiğim en güzel yer Apollon Tapınağı oluyor. Bir daha gelirsem Medusa‘ya gelirim.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?