Kanyon eğitimi kapsamında Bursa da ki Ayvaini mağarasına gidiyoruz. Olağanüstü sarkıt ve dikitlerle kaplı, duvar damlataşları, sulu damlataş havuzları ve gölcükleri, el değmemiş yapısıyla gerçek bir doğa harikası Ayvaini Mağarası. Ayvaini mağarası yer altında 5,5 km gidiyor. Yeraltı sularında yüzücez yani. Mağaralar her zaman hep ilgimi çekmiştir. Bunu kaçıramazdım.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Ballıkayalar Kanyon Eğitimi maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Manisa Spil Dağı Yarıkkaya Kuru Kanyon Eğitimi maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Adaca Sulu Kanyon Eğitimi maceramı da okumak için tıklayın.
Ayvaini Mağarası’na Nasıl Ulaştık?
Harika güneşli bir havada bir cumartesi günü Mecidiyeköy’den bizi alan servisle başlıyor maceramız. Öğlen saatleri olması sebebiyle İstanbul’dan çıkmak bir hayli sıkıntılı oluyor. Kamp yapacağımız yer tamamen doğayla başbaşa. Bursa da Ayva Köyü’nün yukarısında Ayvaini Mağarasına çok yakın bir yerde kamp yapıcaz. Bu sebepten alış verişinizi Bursa’dan yapmanız gerekiyor. Biz de öyle yapıyoruz.
Akşam saatlerine doğru hala yoldayız. Yolumuz bir yerden sonra Uluabat ve Gölyazı’ya kuş bakışı bakıyor. Harika manzaralardan geçiyoruz. Yolculuğumuz tam altı saat sürdü. Tüm gün yolda geçti. Normalde en fazla 3 saatte burada olmalıydık ama trafik bizi mahvetti. Gelir gelmez hemen çadırlarımızı kuruyoruz. Ortaya ateş için yer hazırlanıyor ve akşam yemeği için hummalı bir çalışma başlıyor.
Ayvaini Mağarası’nı İlk Görüşüm
Yemeklerimizi ortak hazırlıyoruz. Birileri derede kap kacak ve sebze yıkamaya gidelim deyince peşlerine takılıyorum. Mağaranın girişi de oradaymış. Mağarayı ilk görüşüm beni çok ürkütüyor. Ben düz ayak giricez sanıyordum ama bir iple beşinci kattan aşağı bir kara deliğe inmemiz gerekiyormuş. Hiç hoşlanmadım.
Tüm gece nasıl ineceğimizi düşünüp duruyorum. Ertesi gün vazgeçebileceğimden bahsediyorum. Kamp alanımızda pişen tarhana çorbamız, salatamız var. Bizi misafir eden Bursalı grup Bakut yani Bursa Arama Kurtarma ekibinin bize ikramı kavurma ve pilavı da var.
Bu sefer ki menü dört dörtlük. Bize bunlar yeter mi? Bizim yeme turumuz gece üçlere kadar ızgara köfte, böbrek ve sucukla devam ediyor. Muhteşem bir dolunay var tepemizde. Dağın başındayız ama o kadar aydınlık ki ortalık. Kısa bir yürüyüş bile yapıyoruz hatta. En son ateşin başında sohbet ederken uyuyanların kovması sonucu yataklarımıza gidiyoruz.
Ayvaini Mağarası’na Giriş Hazırlıklarındayız
Sabah erkenden ayaktayız yine ama bu sefer saat altı değil, dokuz. Ateş yanmış, menemen pişiyor. Kahvaltı sonrası wetsuitlerimizi giymek için çadırlara yöneliyoruz. Kırk yıl düşünsem dalış elbisemi bir dağ başında, ormanda kuru kuru giyeceğim aklıma gelmezdi.
Dalış elbiseleri genelde ıslak giyilince daha kolay oluyor. Bir kısmını çadırda giymeyi başarsam da geri kalanını giymek için dışarı çıkmalıyım.Ben yine iyiyim. Hülya’nın elbisesi kendine ait değil ve birkaç beden küçük sanırım. Kendi bedenimizde olsa dahi çok zor giyilen bu elbiseye Hülya nasıl sığacak?
Çadırdaki içler acısı durumuna gülmemek elde değil. “Çık dışarı, bu bir spor, kimse sana bakmaz, işin doğasında bu var” desemde çadırdan çıkartamıyorum. Sonra olaya oba başımız Meral hanım ve Meryem dahil oluyor.
Hayatımda görmediğim bir sabır ve uğraşmayla Hülya’yı elbiseye sokmaya çalışıyorlar. Uzaktan gelin ve nedimeleri gibiler. Sanırım bir gülme krizine girdim. Böyle bir eğlence yok. Hiç bir şey fayda etmeyince Meral Hanım basıyor bulaşık deterjanını. Başka çare yok.
Ayvaini Mağarası’na İniş Çabalarım
En sonunda giyinmeyi başarmış, çadırları toplamış, araca yerleştirmiş zavallı bizler mağaranın yolunu tutuyoruz. Bir bilinmeze gidiyoruz. Ekibin çoğu yok. Mağara kelimesini duyan gelmemiş. Mağaranın başında 40 kişiye yakınız. İlk önce Ender Hocam atlıyor. Aşağıda bir emniyetçi de yok.
Emniyeti o alacak. Sol karşı duvara bir istasyon çakılmış. İp oraya bağlı. Oradan ipe girdiğiniz de öyle bir sallanıyorsunuz ki. Boşuğa atlıyorsunuz yani. Aşağısı kapkaranlık ve çok yüksekteyiz. Çok endişeliyim.Gülüp duruyorum ama her an kaçasım var. Bizim gruptan ilk önce kızları indiriyorlar. Bir tek ben kaldım.
En sonunda beni zorla da olsa ipe girmeye ikna ediyorlar. Bir uçurumun başında karanlık bir çukura atlamak üzere bir ipin ucundayım. Arkam dönük olsa ve görmesem yapıcam. Daha önce yükseklik korkumu yendim. Artık bunları düşünmüyorum ama burası öyle böyle değil.
Çoğu insan vazgeçeceğimi düşünmüş. Buna ben de dahilim. Son dakikalarımı çeken arkadaşlarım olmuş. Ben bir şeyin farkında değilim. Daha sonra izlediğim videolardan kendime inanamadım. Baya bir beklemeden sonra buraya kadar gelip de vazgeçmeyi kaldıramayacağımı düşünüp, yaradana da sığınıp salıyorum kendimi. Atlıyorum. Beni tuttukları için pek sallanmıyorum.
Herkes beni alkışlıyor. Ağzımdan “Kolay oldu aslında” diye de bir cümle çıkınca herkes basıyor kahkahayı. Nasıl indim, naptım bilmiyorum. Aşağı da diğer arkadaşları beklerken su falan içiyorum. Kendime gelmeye çalışıyorum. Orada naptığımı ve neden yaptığımı, kendimle ne zorumun olduğunu düşünüyorum. Aşağıda ki karanlıktan yukarıda ki ışığa bakıyorum. Aşağısı soğuk.
Ayvaini Mağarası’ndayız
Ayaklarımızda botlar var ama ıslağız. Beklemek bu sporun kısa bir özeti gibi. Pek sesim çıkmıyor. Her zaman gülen eğlenen ben pek iyi değilim. Klostrofobik durumumdan kapalı ve karanlık yerlerde pek duramıyorum. Ayvaini Mağarası’ysa 5,5 km’lik bir yeraltı nehri adeta.
İki girişi varmış. Biri Bursa’nın Mustafa Kemalpaşa’ya bağlı Kazanpınar ve Doğanalan Köyleri arasındaymış. Bir yerde yer altından çıkıp bir çay gibi aktıktan sonra Ayva Köyü’nün yukarılarından bir şelale gibi bu mağaraya dökülüyormuş.
Yer kabuğunun kırıklarla parçalanarak ayrı kıtalara bölünmeye başladığı ‘Mezozoik Zaman’dan günümüze gelen Ayvaini Mağarası, 1970 yılında 3 kişilik bir İspanyol ekip tarafından keşfedilmiştir.
Hidrolojik olarak etkin durumda olan mağaranın Ayva Köyü’ndeki ağzından yeraltı suları çıkıyormuş. Uzunluğu 5,5 kilometreyi bulan mağaranın içinde yer yer 3-4 metreye ulaşan 60 adet gölcük yer alıyormuş. Düşünsenize çoğu boyu geçiyor ve biz onları yüzerek geçicez.
Mağaracılar bizim yüzerek geçtiğimiz yerleri botla geçiyorlar. Onlar bizim gibi dalış elbisesi giymiyor.Hiç yeraltı sularında, göllerinde, nehirlerinde yüzdünüz mü? Ben yüzmedim. Fazla düşünmeye gerek yok artık. Hep mağara sevmez misin? Gittiğin her yerde sualtında bile tüm kovuklara girmez misin? Kaç insan yaptı bunu? Haydi Bahar görelim seni…
Herkes de indiğine göre yürüyüşümüz başlıyor. Kafamızda ki fenerlerden her yer aydınlık. Karanlık değil. Daha sonra fotoğraflara baktığımda aslında zifiri bir karanlıktaymışız ama anlamamışız diyorum. Yerler de taşlar var. Dikkatli yürümek lazım derken sol ayağım bir kayıyor, sağa tutunayım derken sağ ayak da kayıyor. Bu sol sağ sol derken artık bozulan dengeme yapacak bir şey yok.
Mağara da Nasıl Düştüm?
Suların içinde iki dizimin üstüne öyle bir düşüyorum ki acısı aklıma geldikçe hala ürperiyorum. Kalkıp yürümeye devam ettim ama öyle bir acı yok. Tuhaf olan kimseye bir şey söylemiyor olmam. Normal de söylemek gerekiyor. Siz başınıza böyle bir şey gelirse mutlaka söyleyin. Soğuk sular biraz iyi geliyor. Acı her adımda azalıyor derken önümdeki çocuk “su taş” derken tak diye sol dizimi suyun içinde bir kayaya geçiriyorum.
Ağlasam ağlıycam. “Tamam, anladım ne demek istediğini” diyorum. Grup öyle hızlı gidiyor ki. Biz; Bursalı ekip, Meral hocam ve artçı Yüksel Hocamla geriler de kaldık. İlk başladığımız da ben de koşmuştum onlarla ama sonra “nereye koşuyorum ki” dedim. Başladım etrafıma bakmaya, o muhteşem sarkıtlara dokunmaya, gördüğüm kayalara sarılıp öpüp konuşmaya.
Negatif İyonlar Şifa Olsun
Öyle muhteşem sarkıtlar var ki. Mezozoik dönemden gelmiş düşünsenize. Bakmadan dokunmadan geçilir mi? Bu tür insanların az uğradığı yerlerde negatif iyon denilen bir enerji var. Bu negatif iyon bizi iyileştiren, doping etkisi yapan bir enerji. Tüm bu enerjileri almaya çalışıyorum. Çıplak elle dokunuyorum. Her geçtiğimiz yerdeki sarkıt farklı ve değişik. Bir yerde altın gibi işlemeli bir duvar gördük mesela. Ortam karanlık ve bizim makinalarımız yetersiz olduğu için çok güzel fotoğraflarımız yok mağarada.
Ben de su geçirmez bile olsa telefonu yanıma almıyorum. Cebim yok. Elimde taşımak ve uğraşmak istemiyorum. Fotoğraf peşinde değilim. Doğa en büyük şifa kaynağı değil mi? Dokundum bol bol. Şifa diledim. Dua ettim. Anın tadını çıkarma derdindeyim. Öyle bir su var ki…
Mavi ve cam gibi. Öndekiler yürürken bulanan su 30 saniye hareket etmezseniz anında berraklaşıyor. Çok derin sularda bile dibini görebiliyorsunuz. Çok fazla yarasa var. Hep ellerimizle tutuna tutuna indiğimiz için çoğu yerde yarasa gübrelerine bulanıyorum. Bir yarasa pisliğine bulaşmamıştım o da oluyor çok şükür.
Bir yerde su kaynağı varmış. “Oradan su içeriz” demişti Yüksel hocam ama oraya bile bu pislik karışmış. Bu sefer su falan içilemez buradan. Kayalar pütürlü. Elbiselerimiz parçalanmasın diye dikkatli iniyoruz. Dalış elbiselerimizin üstüne bir de şort giydik bu sebepten. Biri kontrol etmeden sulara atlamıyoruz. Su da sivri bir taş olabilir. Çoğu yerde su boyumuzu geçiyor. Üstümüzde bir de can yeleği olduğu için yüzüyorum. Ters, düz, su balesi yapıyorum. Nasılsa batmıyorum. Yok böyle bir keyif.
Sonun da Arkadaşları Yakalıyoruz
Çoğu yerde eğilerek geçmemiz gerekiyor. Ön grup koptu gitti. Normalde herkes bir arkasındakinden sorumlu. Derslerde böyle ama pratikte pek işe yaramıyor. Daha çaylağız çünkü. Biz eğlene eğlene gidiyoruz. 4 saat gibi bir sürede mağarayı geçmeyi planlıyoruz. Saat daha öğlen bile değil. Mola yerinde diğer arkadaşları yakalıyoruz. Yüksekçe bir yerden aşağıda ki suya atlıyorlar. Bakıyorum öyle ama atlayamıyorum. Çok emniyetli gelmiyor.
Genelde kimse atlamasa ben atlarım böyle yerlerden ama bugün günümde değilim. Burada mutlak karanlık dedikleri şey için bir dakikalığına tüm ışıkları söndürüyoruz ama gproların kırmızı ışıkları bile etrafı aydınlatmaya yetiyor. Öyle bir karanlıkta, yerin yedi kat dibinde, bir mağarada, yer altı nehrindeyiz. Şaka gibi.
Bir ara Hülya’yı görüyorum. Nasıl beceriyorsa wetsuit ve can yeleğine rağmen o sulara gömülmeyi beceriyor. Ersan ensesinden tutup çıkartıyor. Bulaşık deterjanı kokuyor. İlk girdiğinde köpürdüğünden bahsediyor. Komedi filmi halt etmiş. Sonlara doğru bir yerde mola veriyoruz. Kocaman bir açıklık, oldukça yüksek bir duvar ve tam tepesinden gökyüzü ve ağaçlar gözüküyor.
Ayvaini Mağarası Mola
Biz yine dünyayla bağlarımızı koparmış, İstiklal caddesinde yürümektense yerin kırk kat altında yeraltı sularında yürümüş, üstüne bir de yüzmüşüz. “Manyak mıyız biz?” diyorum. “Sıradışıyız” diyorlar. Evet sıradışıyız ve iyi ki öyleyiz. Rutin kadar beni sıkan bir şey yok. Biri bana gel “cafeye gidelim oturalım” deyince öyle bir vakit kaybı geliyor ki bana anlatamam. Son durağımızda su kaynatıp sıcak çikolata içiyoruz. Atıştırmalıklarımızı yiyoruz. Al sana cafe işte.
Dinleniyoruz ve ben yine patates oluyorum. Dinlenmeden direkt geçmem lazım. Dizlerimi vurduğum için sol bacağım bükülmüyor. Vücut soğudu, kaskatı kesildim. Ön grup yine alıp başını gitti. Bizse son çıkıştaki Pamukkale Travertenlerini anımsatan havuzlarda, buz gibi sulara atlayıp yüzüp şarkılar söylüyoruz. Fotoğraflar çekiyoruz. Eğleniyoruz.
Ayvaini Mağarası’ndan Çıkış
Ben, mağara düz bir yola çıkıyor sanırken yine yanılmışım. Böyle yerler için yeterli bilgi yok. Böyle bir yazı yok. Yine uçurumlara çıktık. Mağara da çok iyi iş çıkaran botlarım toprakta kayıyor. Dizim bükülmüyor. Üstüm bu işleri yapmak için çok fazla kalabalık. Can yeleğim hareketlerimi kısıtlıyor. Arkadaşlarımın yardımıyla iniyorum ama çelik ip çekili olmasa o yoldan inmesi çok zor olurdu.
Köye bir girişimiz var. Ekip olarak zafer kazandık yine. Hele ben. Aşağı inerken yaşadıklarımla rekor bende. Yüksel hocam bir ara “eyvah inemeyecek, vazgeçti” demiş. “Ama seni bırakmazdım buraya kadar geldikten sonra. Ben indirirdim” dedi. Öyle bir yerden indik işte.
Ayva Köyü
Köy kahvesinin önünden sırılsıklam saçlar ve kıyafetlerle geçip muhtarlığın bizim için tahsis ettiği oda da üstümüzü değiştiriyoruz. Güneşte saçlarımızı kurutuyoruz. Çok değişik bir ruh hali içindeyim. Heyecanlıyım hala. Hayatımı ve verdiğim kararları çok fazla sorguladığım bir gün geçirdim. Köy kahvesini işleten Mehmet abimin mutfağını ele geçirip çayları doldururken ellerim titriyor hala.
Aklımda hala “Bahar sen ne yaptın, neden yaptın, neden ya neden?” cümleleri hiç bitmiyor. Köyden çıktığımız yere bakınca hiç bir şey anlaşılmıyor. O dağın içinde 5,5 kmlik bir yeraltı nehri ve mağarası olduğunu kimse anlayamaz. Gizlemiş doğa kendini. İnternetin çok zayıf olduğu bir köy. Yeşil erikleriyle ünlüymüş. Eriklerimizi de alıp yola koyulma zamanı.
Köfteci Yusuf’a Ulaşmak Hiç Bu Kadar Zor Olmamıştı
Güzel bir yemek hayali kuruyoruz. Köfteci Yusuf planımız varken şöförümüzün tavsiyesi olan başka bir köfteciye giden grubu bırakıp üç kişi Orhangazi de yürüyerek Köfteci Yusuf’a ulaşmaya çalışıyoruz. O kadar efordan sonra da pek kolay yürünmüyor.
Yolun karşısına geçelim de otostop yapalım diyoruz. Önce kimse durmuyor. Yol bomboş yürürken bir ara arkamı dönünce yanımızdan hızlıca geçen bir kamyon görüp kaldırıyorum parmağı. Adam öyle bir fren yapıyor ki 500 metre ötede durabiliyor. Oğuz’u şöförün yanına oturtayım, Hülya’yı emniyete alayım derken en sona ben kalıyorum ve o şöför ben binemeden hareket ediyor.
Son kalan tırnağımda kamyonda kırılıyor, sürükleniyorum çünkü. Nedir bu bizim çektiğimiz? Çilemiz hiç bitmiyor ama çok eğlendiğimiz kesin. Köfteci Yusuf’un pirzolalarına ve ekmek kadayıfına gömüyoruz kendimizi. Neyse ki servis bizi almaya geliyor ve geri kalan yolda uslu birer çocuk olarak, maceralarımızı anlatırken güle oynaya sorunsuz evimize ulaşıyoruz.
Ayvaini Mağarası’na Girerken Yanımıza Almamız Gereken Malzemeler:
Ayvaini Mağarası’na giderken biraz araştırma yapayım dedim. Bizi neler beklediğini öğrenmek istiyor insan. Ayvaini Mağarası’yla ilgili teknik raporlar var ama orayı geçen bir insanın yaşadıklarını anlatan bir yazı yok. Yanımıza ne malzeme almamız konusunda bir bilgi kirliliği de olunca kendi tecrübelerime göre yanınıza almanız gereken malzemeleri listeledim:
- 5mm scuba elbisesi, komple kapalı olanından. Shorty olmaz. Su ve mağaranın içi çok soğuk zira
- Sadece tek bir iniş olduğu için bence ekstra eldivene gerek yok. Bir tane de scuba eldiveni yeterli. Normal eldiven ıslandığında ellerimi dondurdu. Scuba eldivenleri kanyon inişlerinde kolay parçalandığı için pek tercih edilmiyor.
- Su geçiren, bilekleri saran bir bot. Su geçirmesi çok önemli. Ülkemizde kanyon ayakkabısı pek bulunmuyor. Normal botlar da suların içinde kolay parçalandığından en ucuzunu almamızı önerdiler.
- Botun içine bir scuba çorabı. Ben 3mm tercih ediyorum genelde. Siz çok üşüyorsanız 5mm almalısınız.
- Şort veya bir tayt. Kayalar çok pütürlü olduğu için wet suitinizin üstüne bir şort giymenizde fayda var. Yırtılmayı ve zedelenmeyi önler. Malum elbiseler çok pahalı.
- Kızlar için bikini ya da mayo. erkekler için şort. Elbiseyi ortalık yerde giyeceğinizi unutmayın.
- Kask
- Su geçirmez bir kafa feneri, yedek pil
- Can yeleği. Alttan bağlamalı olanı tercih edilmeli. Çoğu yerde suyu yüzerek geçiyorsunuz.
- Su geçirmez bir çanta çok iyi olur. Ben de yoktu. Atıştırmalıklarımın hepsi ıslandı ama zaten paket içindeydiler. Yiyebildik. Hurmalar soğuktan dondu. Yemek zor oldu
- Varsa küçük bir termosta sıcak su hayat kurtarabiliyor. Hipotermiye karşı bu sıcak suyun yanımızda bulunmasının hayat kurtardığını söylediler.
- Atıştırmalıklar. Hurma, ceviz gibi enerji verecek şeyler
- Cep telefonlarınızı yanınıza almamalısınız. Su geçirmez kıflıfla alın desem de pek fotoğraf çekilemiyor. Yeterli ışık yok. Mağara fotoğrafları özel tekniklerle çekiliyor. Bu sebepten mağara içinde çok güzel fotoğraflarımız yok.
- Düdük. Aşağı da çok fazla yankı ve su sesi var. Ne dediğiniz anlaşılmıyor. Grubun önündekilerle haberleşebilmek için düdük çalmak gerekiyor.
- Bence dizlik olmazsa olmazlarda. Dizlik olmadan mağaraya girmeyin derim. Suyun içinde göremediğimiz pek çok kaya var ve nasıl oluyorsa her seferinde dize denk geliyor. Motosiklet için kullanılan plastik dizlikler bence ideal.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?