Arsiyan Yaylası’nın iki tarafı Gürcistan sınırı, bir tarafı Ilıca Köyü, diğer tarafında Pınarlı Köyü, Cindağı ve Posof (Kol Köyü) arasında yer alıyor. Arsiyan Yaylası’nı diğer yaylalardan ayıran özelliği ise yüzen adaları. Çok uzun zamandır bu yüzen adaları görmek için can atıyordum. Yüzen ada, kalınlığı birkaç santimetreden birkaç metre kadar sıralanan bataklık, çamur ve yüzen akuatik (sucul) bitkiler kütlesidir.” Yüzen adalarıyla ünlü, ulaşılması zor Arsiyan Yaylası’nda bizi neler bekliyor.
Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Daha çok fotoğraf ve hap bilgiler için;
İnstagram: nerdesinbahar
Arsiyan Yaylası Yoluna İlk Durak Şavşat
Türkiye’de ki Citta Slow ilk şehir Şavşat’mış. Artvin’de ki büyük ilçelerden bir tanesi burası. Arsiyan Yaylası öncesi Şavşat’tan geçmeniz gerekecek. Yaylaya çıkmadan önce yolda alışveriş yapıyoruz. Oralarda aç kalmak istemeyiz. Yaylada ki insanlarda şehirden alışveriş yapıyor sonuçta. Oralarda bakkal, market yok. Burada son önemli şeylerinizi halledip yaylalara öyle çıkmalısınız. Şavşat’ta çok oyalanmadan Arsiyan Yaylası’na doğru tırmanmaya başlıyoruz. Şavşat’dan Arsiyan Yaylası’na gitmek üzere navigasyonu açıyoruz. Bir buçuk saat veriyor. Sorduğumuz kişilerin tariflerine göre de doğru yoldayız. Navigasyona da yazmışız. Bulmuş gideceğimiz yeri. İçimiz rahat bir şekilde güle oynaya gidiyoruz. Yol bir hayli bozuk. Çok yavaş ilerleyebiliyoruz. Yolda köylerden geçerken yine soruyoruz.
Balık Göl’üne Nasıl Vardık?
Ve bu kadar sağlamaya, bu kadar sormaya vara vara Balık Gölü’ne varıyoruz. Navigasyona Arsiyan Yaylası diye yazdığınızda, sizi Balık Gölü’ne götürüyor. Kim öyle yaptıysa? Muhteşem bir yer. Kartpostal gibi ama gitmek istediğimiz yer değil. Olsun. “Zaten burayı da görmek istiyorduk” diyoruz. Balıklı Göl’de bir tesis var. Araçla girişi ücretli. Araba 10, minübüs 20 lira. İsteyen kamp yapabiliyor. Hakikaten yurt dışı gezi fotoğraflarında görülecek güzellikte bir manzaraya ve kıskanılacak bir sakinliğe sahip. Masmavi bir gökyüzü, pamuk pamuk bulutlar, az ötede otlayan inekler, ardında dağlar ve bir o kadar sakin bir göl… Yüzmek yasak, balık tutmak yasak… 24 saat kamerayla gözlenen bir sistem bulunuyor. Bu neden gerekli anlamadım ama
Dilek hanımın işlettiği, kütük evlerden oluşan çok güzel bir yer burası. Restoran kısmına girdiğim andan itibaren yüzüme vuran, sobanın kuzinesinde pişmekte olan sıcak ekmek kokusu beni benden alıyor zaten. Güler yüzlü hanımlar bizi buyur ediyor. Oldukça yüksek rakımda olduğumuz için hava biraz serin. Yanan sobada ısınıyoruz biraz ama dışarısı da gayet iyi. Dilek hanım ve arkadaşına da soruyoruz yolu. Bir tarif de onlardan alıp yine koyuluyoruz yola. Amacımız Arsiyan Yaylası’nı görüp tekrar Balık Gölü’ne gelip kamp yapmak. Bayıldık çünkü.
Nerede Bu Arsiyan Yaylası? Arsiyan Yaylası’na Nasıl Gidilir?
Balık Gölü’nden ayrılırken Dilek hanım bize kartını uzatıyor. “Arabanız bozulur, lastiğiniz patlar, ararsınız” diyor. Biz “Allah korusun, aman pozitif enerji” diye çıkıyoruz yola. Sorduklarımız mı bizi yanlış anlıyor? biz mi onları yanlış anlıyoruz? her ne olduysa artık kendimizi fotoğraflarda ki yolda buluyoruz. Buralarda bir tabela yok. Bulduğumuz insanlar ağaçtan sağa dön, çataktan sola dön diye tarif edince, internet çekmeyip, çekse de kifayetsiz kalınca kaybolmuşuz. Bize söylenen bu arabayla belli bir yere kadar gidebileceğimiz, geri kalanı yürümeniz gerektiği. Çünkü buralarda yol toprak. Biz doğru yolda olduğumuzu düşünüp tamamen çarşak bir yola arabayı sokuyoruz.
Araba zorlanınca “çekelim bir kenara yürüyelim” diyorum ve arabadan iniyorum ama biri inatla arabayı o yolda gitmeye zorluyor. Yokuş yukarı tamamen kayan taşlık bir yolda araba patinaj çektikçe arabayı yaylaya kadar geri geri indirip kaptırıp kaptırıp çıkmayı deniyor. Hemde kaç kere. Biz o sırada Gül’le birlikte yürüyoruz. En sonunda arabanın gitmeyeceğine ikna oluyor. Sağa parkedip bize yetişiyor. O bunları yaparken seyrettiğimiz manzaraya ne çok gülüyoruz Gül’le. Metehan yetişince diyor ki “ arabadan çok garip sesler geliyor. Bu şekilde yurt dışına çıkamaz” (bir sonraki rotamız Gürcistan) ama öyle sakin bir şekilde söylüyor ve yürümeye devam ediyor ki işin ciddiyetini anlayamıyoruz.
Cin Dağı Bizi Çarpıyor
Öyle bir dik dağa tırmanıyoruz ki nefes nefese kalıyoruz. . Nereye gittiğimizi de bilmiyoruz. Bir ara diyorum ki “şu navigasyona bir bakayım“. 6 saat gibi bir süre veriyor Zaten saat 4. Diyorum “gidilmez.” Mola veriyoruz. Manzaraların tadını çıkarıyoruz. Müthiş manzaralar. Fotoğraf çekiyoruz. Hatta Metehan yatıp uyuyor. Yoldan gelen bir traktör geldiğini görünce koşa koşa ona iniyoruz. “Arsiyan Yaylası” diyoruz. “Yanlış gelmişsiniz burası değil” diyor. Hadi bakalım. Sonradan öğrendiğimize göre Cin Dağı’na yürümüşüz. Bize bak hele…
Arabaya yürüyüp biniyoruz. Araba gitmiyor, kamyon gibi çalışıyor. Metehan “ben size dedim” diyor. İyi tamam dedin de be adam işin bu kadar ciddi olduğunu anlattın mı? Biz bir daha arıyoruz Dilek hanımı. O kartı verirken ihtiyacınız olur diye vermişti. İçine mi doğdu kadının? Bize Şavşat’ta tamirci buluyor. En fazla 20 km hızla, kamyon gibi ses çıkaran bir arabayla ve o yolsuz yolda ağır ağır ilerliyoruz. Bir taraftan tamirciyle konuşuyorum. Dükkan kapanmadan yetişmeye çalışıyoruz. Ertesi gün arife, sonrası bayram ve on günlük bir tatil. Bir ertesi gün var arabayı tamir edebilmek için.
Şavşat, Aydın Usta
Navigasyon tamirciye geldik dediği halde, Metehan yola devam ediyor. Artvin’e gitmek niyeti. Bir beş kilometre sonra ikna edip geri döndürebiliyorum. Bazen insanlar çok sabit fikirli oluyor. Artvin’de Citroen servisi bulacağına inanıyor. Sonradan öğrendiğimize göre Artvin’de Citroen servisi yok. Akşam saatlerinde tamirciye girdiğimizde tükenmiştik artık. Şavşat’ın en iyi ustasını bulmuşuz. O an haberimiz yok tabi.
Aydın Usta eviriyor çeviriyor ve motor kulağını kopardığımızı söylüyor. Arabadan çıkan seslerden arkadaş şanzımanı dağıttığından tut, tüm olasılıkları saymıştı. Ben “motor kulağını kopardık” demiştim ama bana inanan olmamıştı. Hatta yarım santimlik bir parça tutuyormuş koca motoru. Az kalsın motor bloğu komple düşüyormuş. Cin Dağı çarpmış bizi, haberimiz yok. Aydın Usta motor kulağını Trabzon’dan sipariş verdi. Ertesi gün saat 4’te gelecek, takması etmesi akşamı bulacak. Kaldık mı arabasız?
Dedi ki “Siz Arsiyan Yaylası’na mı gitmek istiyorsunuz? Ben sizi göndericem.” Bir yerleri arıyor. Ilıca muhtarı Şavşat’ta düğündeymiş. Bizi konuşturuyor. Akşam 9,30 da bizi alacak, yaylaya götürecek. İki sorum var: “Kamp yapabilir miyiz? ve elektrik var mı?” Hepsine “evet“ cevabı alınca arabadaki kamp malzemelerimizi hazırlıyoruz. Aydın Usta , bizi az biraz Şavşat dışında olan dükkanından merkeze bıraktırıyor. Öyle yorucu ve stresli bir gün yaşadık ki şimdi de Şavşat’ta bir düğünde buluyoruz kendimizi. Bir komedi filmi çevirsen ancak bu kadar olur bence.
Arsiyan Yaylası’na Nasıl Gidilir?
Muhtar ve köylülerle buluşup yine yeniden Arsiyan Yaylası yoluna düşüyoruz. İnat ettik. Gidicez. Aynı gün içinde kaçıncı sefer aynı yolları gidiyoruz. Meğer navigasyonla ilk girdiğimiz yol Balık Gölü’ne gidiyormuş ya, öyle olunca geri kalanda bize yol tarif edenlerde ona göre tarif etmiş tabi. Asıl tarif Ilıca muhtarından geliyor. Arsiyan Yaylası’na Ilıca Köyü üzerinden daha kolay gidiliyormuş. Köyün diğer adı Cinal. Ana yolu hiç bırakmadan bir sonraki durak Demirkapı köyüne varıyorsunuz. Arsiyan buraya 1,5 km. Yayla Gürcistan’ a çok yakın olduğu için jandarma karakolu var. Bize ilk söylenen de bu karakolun oraya kadar gidebileceğimiz, aracımızı oraya bırakıp geri kalan yolu yürümemiz gerektiğiydi. Çünkü buralarda yol yok. Toprak yollar delik deşik.
Gece vakti o bozuk yolları aynı gün içinde üçüncü geçişimizdi. Arsiyan Yaylası’na vardığımızda gece yarısını geçmişti. Minibüsten indiğimiz de burnumuza çarpan kokuyu ömrü billah unutmam. Öyle soğuktu ki bir de. Nerede kamp yapacağımızı soruyoruz. “Elektrik” diyoruz. Bizimle bir hayli eğleniyorlar. Telefonlarımızı şarj edebilecek elektrik yok. Işığı yanan bir eve koşuyoruz. Rica ediyoruz şarj için. İlk sordukları “ekmeğiniz var mı?” oluyor. “Nerede kalacaksınız?” diyorlar. “Kamp yapıcaz” diyoruz. Öyle demesek bizi misafir edeceklerdi belki. “Ertesi sabah 5’te gelip alın, köye inicez” diyorlar.
Geri dönüp ertesi gün nasıl o yayladan geri döneceğimizi konuşuyoruz muhtarla. Arkadaşım ne dediyse de kendi başımıza inmemiz gerektiğini anlıyoruz. Üç tarafı ve tepesi kapalı, içinde sedir olan bir yerde indirildik. Önünde inekler yatıyor. Her yer inek pisliği, gecenin de 1.30’u olunca misafirhanede o kokunun içinde uyku tulumlarımızı açıp yatıyoruz. Çadır kurulacak temiz bir yer yok zaten. Her yer tezek. Hasta bir inek sabaha kadar inliyor Sanırım o gece ilk defa hepimiz evimize dönmek istiyoruz.
Arsiyan Yaylası
Arsiyan Yaylası’nda ki sabahımıza bir hayli gergin uyanıyoruz. Arkadaşımız sabah 5’te kalkıp şarjdaki aletlerimizi almış. O sırada yayladan köye inen yüzlerce inek ve insanı seyretmiş. “Büyük göçü gördüm” diyor Kimse ona neden orada olduğunu, kim olduğunu sormamış. Nedense o da tek kare fotoğraf çekmemiş. Sesleri duymuş ama kalkmamıştım. Gergin, yorgun ve de uykusuzdum. 5 hazirandan beri yoldaydım. Ağustos’un ortasıydı ve bunun son 20 günü her gün kilometrelerde yol gitmek, her gün başka bir yerde uyanmak, günde en az üç yeri gezmek ve kilometrelerce yürümek yada tırmanmaktı. Doğru düzgün uyuyamamış ve beslenememiştik. Karadeniz’e çıktığımızdan beri hamur ve ekmek yiyorduk. Vakit de yoktu.
Köyde gördüğümüz insanlara nasıl geri döneceğimizi sorduğumuzda yine bizimle eğleniyorlar. Köyün meydanında ki çeşmede elimizi yüzümüzü yıkarken arkadaşın gençlerle konuştuğunu görüyorum. Diyorum ki “Doğuda ki insanları beğenmezsiniz ama kimseyi gecenin bir yarısı getirip dağın başında kaderine terkedip bırakmazlar. Gâvur mahallesine mi düştük?” Hiç bir şey sonsuza kadar sürmez. Ne mutluluk, ne keder. Bu bir kez daha ispatlanıyor ve ters giden kör talihimiz bir anda tersine dönüyor. Arsiyan Yaylası’nın gençleri, Fatih ve arkadaşları bizi zorla eve çağırıyorlar. Fatih’in annesi bize kahvaltı hazırlıyor hemen. Sıcak yanan sobada önce bedenimiz, sonra küskün yüreklerimiz ısınıyor.
Muhlamalar mı yemedik, köy peynirleri mi tatmadık. Meğer bizim yattığımız yerde gençler geç saate kadar ateş yakıp otururmuş. Onlar gitmiş biz gelmişiz. Fatih bizim sabah orada oluşumuza çok şaşırmış. “Akşam kimse yoktu, sabah vardınız ama araba yoktu. Bunlar buraya nasıl geldi. Gökten mi düştü” demiş. Karnımız doyup, bir de ısınınca yüzen adalara gitme telaşı sarıyor bizi. Fatih bakıyor bize, kaybolucaz dağda taşta. Annesine “sen kete pişir biz gelicez birkaç saate” diyor ve düşüyor önümüze.
Boğa Gölü ve Bir Sürü Minik Göl
Köy sınırlarından çıkar çıkmaz internet de, telefon da kesiliyor. Gürcistan’a çok yakınız. Yolumuzun üzerinde irili ufaklı bir sürü gölden geçiyoruz. Bir tanesinin adını unutup ısrarla öküz gölü desem de, gerçek adı tuhaf efsaneleriyle ünlü Boğa gölü. Gölden çıkan bir boğayla güreşen başka bir boğanın ölürken bu sulara gömüldüğü, oradaki kırmızı taşında boğanın kanı olduğuna inanılıyormuş. Hava o kadar soğuk ki, polarla donarken bizden başkası yüzemezdi buz gibi suda ama negatif enerjileri atıp negatif iyon yüklemek şarttı vücuda.
Uğrunda arabayı pert ettiğimiz, ikinci kez o yolları teptiğimiz, inek pislikleri içinde yattığımız Arsiyan Yüzen Adaları görmeye gidiyorduk sonunda. Fatih önde, biz arkada, yorgun ama yılmayan üç kafadar. Bir saat kadar dere tepe düz gidiyoruz. Birkaç gölden geçiyoruz. Her birinin bir adı ve efsanesi var. Bir çoban görüyoruz. Medeniyetten uzak, dağların tepesinde kuzinesini yakmış çay demliyor.
Arsiyan Yaylası Yüzen Adalar
En sonunda uzaktan yüzen adalar gözüküyor. Göl tahminimden daha küçükmüş. Vardığımızda Fatih bir tanesinin üstüne çıkıyor. Ben durur muyum? Ben de çıkıyorum ama yavaş hareket etmek gerekiyor. Hızlı adımlar atınca biraz suya gömülüyor ayaklarım. Islanıyor. Bir başkasına geçmek isteyen Fatih ada hareket edince az kalsın ikiye ayrılıyordu. Dün ki havadan eser yok. Nerede o güneş, pamuk gibi bulutlar? Sisli, yağdım yağıcam bir hava var.
Gölün kenarında yatıp manzaramızın tadını çıkarırken, bir taraftan da güneşi bekliyoruz. Ara ara yüzünü de gösteriyor. Ne çok uğraştık buraya gelebilmek için. Karadeniz’de bizi en çok zorlayan yer burası oluyor. Başımıza gelmeyen kalmadı. Çok geçe kalmadan dönüşe geçme zamanı. Acıktık zaten. Fatih’in annesi kete pişiriyor bizim için. Onun hayaliyle köye bir girişimiz var, görmeniz lazım. Ansiklopedik bilgilere gelirsek;
“Yüzen ada, kalınlığı birkaç santimetreden birkaç metre kadar sıralanan bataklık, çamur ve yüzen akuatik (sucul) bitkiler kütlesidir.”
şeklinde açıklamalar okuyacaksınız. Diğer fotoğraflar Fatih’lerin yayla evinin manzarası. “Ne güzel manzarada lavabon Neriman abla” dedim. “Nasıl donuyorum bulaşık yıkarken bir bilsen” dedi. Döndüğümüzde sisler içindeydi Arsiyan Yaylası. Aynı fotoğrafı tekrar çektim. Kadın çok haklı. Bu sisin haftalarca kalkmadığı oluyormuş.
Neriman Abla ve Fatih’in Misafiriyiz
Yüzen adalar görülmüş, kurt gibi acıkınılmıştır. Neriman ablanın pişirdiği keteler bizi bekliyor. Bir kısmını da ben pişiriyorum. “Ekmek içine ekmek koyarız biz” diyorlar. Ekmek hamurunun içine cadı unu koyup pişirirlermiş. Cadı unu da mısır unuymuş. Sıcacık sarıp sarmalanıyoruz.
Yayladan inme işimizi de Fatih hallediyor. 20 yaşındaki bu yaşından büyük çocuk bizi torosuyla sağ salim Şavşat’a indiriyor. Yolda karşılaştığı tanıdıklarıyla “oouuuu” şeklindeki selamlaşmalarını aramızda hala yapıyoruz. Aynı sesi çıkaramasak da. Yüzen adalara gitmek isterseniz (instagram adresi) @fatih_kurt08 rehberliğinde gidin. Kendi başınıza kaybolmak garanti dağda taşta.
Mikelet Köyü, Şavşat Artvin
Fatih bizi köydeki evlerine de götürüyor. Mikelet Köyü’nde masal gibi bir evleri var. Tam benim sevdiğim eski evlerden. Ninesi bizi ne seviyor. Bir bayram sabahı yollarda yalnızız. Sevdiklerimizden uzaktayız ama hiç tanımadığımız evlerin kapıları bize açılıyor, bayram şekerleri ikram ediliyor. Öyle yorgundum ki o balkonlarında ki sedirde birkaç hafta hiç bir şey yapmadan dağları seyredip suyun sesini dinleyebilirdim. Karadeniz’de bizi en çok zorlayan Arsiyan Yaylası oldu. Giderken iki kere düşünmeli. Demirkapı Karakolu bile kışın kapatıp gidiyormuş. Arabayı aldığımız gibi bir gidişimiz vardı görmeliydiniz. Arabayı öptüm, o derece…
Tibet Kilisesi, Cevizli Köyü
Arsiyan Yaylası’nda kolumuz kanadımız kırılmış, tüylerimiz yolunmuşken, annesi ve arkadaşlarıyla resmen bizi evlat edinen, yaşı küçük, yüreği kocaman Fatih götürüyor bizi Tibet Kilisesi’ne meşhur torosuyla. “Mutlaka görmelisiniz” diyor. Köyün içinde, başı göklerde, çoğu yıkılmış viraneye dönmüş Tibet Kilisesi, yemyeşil bahçesinde oynayan çocuklar, banklarında oturan gençleriyle bizi çok şaşırtıyor. “Zaman olsaydı o bahçede ne kamp yapılırdı” diye konuşuyoruz.
Tibet Kilisesi, Şavşat merkeze 14 km uzaklıkta ki Cevizli Köyü’n de bulunuyor. 899-914 yılları arasında, bölgede egemen olan Bağratlı prenslerden, Aşut Koh tarafından yaptırılmış. Her yüzeyinde bulunan koç heykelleri bulunuyor. Herhangi bir giriş ücreti yok. Aslında öyle güzel ve kıymetli ki, bu kadar viran halde olması insanın içini acıtıyor.
Şavşat’tan ayrılırken tabelayı görüyorum. “Hiç gitmemek üzere yine bekleriz” yazıyor. Türkiye’nin ilk Cittaslow bölgesinde iki gün boyunca deli gibi koşturmuş insanlar olarak, böylesi sakin bir yere layık olmadığımızı düşünüyorum. Nerede o sakinlik? nerede o huzur? Cittaslow ünvanı almış bir yerde bile bu kadar koşturabilmek takdire şayan… Şaka gibi ama gerçek.
Diğer Karadeniz yazılarımı da okumak isterseniz şuraya tıklamanız yeterli 😉
İnstagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın 😉 nerdesinbahar
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?