Uzun bir süredir kanyon geçiş eğitimindeyim. Kuru kanyon eğitimi için Manisa’da Yarıkkaya Kanyonu’na geldik. Yarıkkakaya Kanyonu bu tarz eğitimler için tam bir eğitim kanyonuymuş. Yarıkkaya’da bizi neler beklemiş, neler yapmışız, yine kendimi nasıl bir şeyin içine sokmuşum? İşte size Yarıkkaya Kanyonu macerası

Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
- Ballıkayalar Kanyon Geçiş Eğitimi maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Ayvaini Mağara Geçiş Eğitimi maceramı da okumak isterseniz tıklatın.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Spil Dağı Efsanesi
Bu sefer Şehzadeler şehri, Tarzan’ıyla ünlü Manisa’da Spil dağında kamp yapıcaz ve ertesi gün Yarıkkaya Kanyonu’nu geçicez. Yani kısacası tam 83 kişi son derece hevesli bir şekilde kendini uçurumlardan atmak için Spil Dağı yolunda. Kamp alanımız Spil Dağı’ndaki Sülüklü Göl. Sapsarı çiçekler açmış gölün etrafında çadırlarımız yerini alıyor hemen. Spil Dağı’ndan başlayan inişler Turgutlu karayolunda son bulacak.

Spil Dağı‘nın efsaneleri var tabi. Tanrıça Niobe‘nin yedisi kız yedisi erkek olmak üzere on dört çocuğu varmış. Tanrıça Leto’nun ise sadece Apollo ve Artemis adlarında iki çocuğu bulunuyormuş. Niobe doğurganlığıyla övünürmüş. Niobe‘nin övünmeleri Leto‘yu kızdırınca çocuklarına Niobe‘nin cezalandırılmasını söylemiş.

Artemis ve kardeşi Apollon, Spil Dağı‘ndan attıkları oklarla Niobe‘nin çocuklarını öldürmüşler. Niobe çocuklarının başında ağlamaya başlamış ve Zeus‘a kendisini çocuklarının başında taşa döndürmesini istemiş. Zeus da bu isteğini yerine getirmiş ve Niobe‘yi Spil Dağı eteklerinde bir taşa çevirmiş. Ağlayan Kaya efsanesi bu şekilde. Efsanelerde tarih gibi acılarla dolu. Tanrıların evinde kamp alanımız.

Sülüklü Göl Kamp Alanı
KAD Kanyon Ekibi‘yle gecenin bir yarısı yine yollardayız. Oldukça kalabalığız. Malzemelerimiz bizden daha kalabalık. Aracın içi bile komple çanta ve malzeme dolu. Adım atacak yer yok. Daha önce kampa böyle toplu taşımayla da gitmedim. Alışmaya çalışıyorum.

Spil Dağı eteklerindeki Sülüklü Göl‘e bahar gelmiş. Sapsarı çiçeklere papatyalar karışıyor. Bulutlar Spil Dağı‘yla raks ediyor. Hemen etrafa yayılıp kendimize rüzgarsız bir yer bulmaya çalışıyoruz. Bunca yıllık kamp hayatımda ilk defa matta yatıcam. -35 uyku tulumumla üşümemeyi hedefliyorum.

Çadırımızı kurduktan sonra biraz vücudu topraklama zamanı. Gölde o kadar çok kurbağa var ki. Biz göle yaklaştıkça zıp zıp atlıyorlar. İlk gölü gördüğümüzde biz burada yüzeriz demiştik arkadaşımla ama hiç niyetimiz yok.

Loç Vadisi aktivistleri yine bizimle. Loç Vadisi benim bu spora başlama sebebim Valla Kanyonu’nun çıkışında bulunan köy. Bu köyde yaşayanlar o kanyonu hiç geçmemiş ama yok olmaması için sekiz yıldır mücadele içindeler. Sarı yazmalarıyla kamp alanında yerlerini alıyorlar. Her şeyi betonla kaplayan zihniyet bir gün bir yerde durur ve bu durduğu ilk nokta Loç olur ümidiyle bu cuma çıkacakları mahkemede sonuna kadar yanınızdayız diyoruz.

- Yarıkkaya Kanyonu Sülüklügöl kamp alanı tesis olmadan karavan kampı yapabilenlere uygun.
Yarıkkaya Küçük Kanyon
Kısa bir dinlenme molasından sonra küçük kanyonda deneme yapmak için yola düşüyoruz. Doğa benim evim ve evime bahar gelmiş. Her yer yemyeşil, mis gibi kokuyor. Çiçekler sapsarı. Kendimizi çiçeklerin üstüne atmaktan alıkoyamıyoruz.

Yol yorgunluğunun üstüne küçük kanyonda inişler gerçekleştiriyoruz. Bu sefer sonumu düşünmek istemiyorum. Gün sonu yardan inmekten daha çok kamp alanına geri dönmek yoruyor.

Geldiğimizde yemekler hazırmış ama biz uzaktan bakınca ateş göremeyince önce fındık fıstıkla karnımızı doyuruyoruz. Hava kararmaya yakın da kamp alanına gidiyoruz. Oysaki yemekler çoktan hazırmış. Ateş tüm güzelliğiyle yanıyormuş. Uzunca da bir yemek kuyruğu varmış.

En Sevdiğim Şarkılı, Türkülü, Ateşli Kamp Geceleri
Obamızın başı Meral hanım yine işbaşında. Yavrularını doyurma peşinde. Bu seferde yemek hazırlanırken iştirak edemiyorum. Yiyici takımdayım yine. Yemekler yenip çay faslına geçilirken katılımcılardan biri sazını diğeri bendirini alıyor. Başlıyor çalıp söylemeye. Hayatımda gördüğüm en kocaman saz, sahibi de kocaman gerçi.

Ateş, müzik, gözüme kaçan dumanlar, mis gibi is kokmama rağmen hiç bir şey keyfimi bozamıyor. Saz çalan arkadaşın yanında kendime dumansız ve sıcak bir bölge ararken ittirip durmuşum o çalarken. Şarkı arasında beni uyarınca beni bir gülme alıyor. Bende beni birisi ittiriyor sanıyorum. Meğer ben ona çarpıp geri geliyormuşum. Arkadaşın kocaman olduğunu söylemiş miydim?

Aslında kampta olduğumuz gün Türkiye‘den de görülebilen en büyük meteor yağmuru var ama biz öyle yorgunuz ve sabah o kadar erken kalkıcaz ki yatmayı tercih ediyoruz. Aklım da kalmadı değil ama bazen hepsi bir arada olamıyor.

Gece çadırın yanında bir çay çorba lafları duyunca bir zıplayıp saatime bakıyorum. Sabah oldu da uyuyakaldım beni bırakıp gittiler diye korkum. Meğer çadır komşularımız gelmiş ve azıcık sessiz olsalar ne iyiymiş.
Bahar Yeter Artık, Bu Son Olsun Dediğim Anlar
Sabaha karşı donmalarım titremelerime karışıyor. Böyle üşüyünce insan daha bir cenin poziyonuna bürünüp daha bir hareketsiz kalıyor. Bu da daha çok üşütüyor. Gül ve ben büzüşmüşüz resmen. Saatin çalmasıyla ayaktayım ama sanırım hiç mutlu değilim.

“Bahar yeter artık, bu son olsun” diye kalkıyorum. Hala donuyorum. “Bunu da yap sonra emekli et kendini” diyorum. Üşüyorum, uykum var, boynum tutulmuş, yerde uyumayı sevmedim.

Mızmızlanmaya vaktim yok. Giyinmeliyim. Çadırı toplamalıyız. Uyku tulumları, eşyalar, kap kacak… Topla topla bitmiyor. Araca eşyaları taşı taşı bitmiyor. En sonunda kamp alanında kahvaltı için oturunca bir derin nefes alıyorum ve sabah kalktığım zamanki duygularımdan eser kalmıyor.

Hocalardan Şahin “su dökünde yüzümü yıkayayım” deyince de beni bir gülme alıyor. Kamp alanında ne yüz yıkaması. En son evden çıkarken yıkamıştık ya işte. Kamp alanımızda tamamen doğayla başbaşayız. Bir tesis yok. Wc yok. Sadece küçük bir çeşme var.

İlk sorduğumda 45 dakika sonra çıkarız lafını İbrahim hocamın ağzından aldım ya o hep 45 dakika artık. Aradan yarım saat geçmiş ama hala kim sorsa 45 dakika kaldı diyorum. Güle oynaya düşüyoruz yola. 5 ayrı gruba ayrıldık. Ben öncü gruptayım.
Yarıkkaya Kanyonu
Yarıkkaya Kanyonu için bir saate yakın yürümek gerekiyor. Sabah 8 civarı başladığımız kanyondan 4 civarı çıkmayı hedefliyoruz. Grubumuzda iki tane de çocuk var. Bizden daha cesaretli ve başarılı oldukları gerçek.

Eski yıkık ağılın oradan hemen sonra kanyon başlıyor. Daha önce öğrendiklerimiz ve bir gün önce yaptığımız pratikle artık daha bir korkusuz çaylaklarız. Aşağılara bakmıyorum. Otomatikte, karabinamda ki sekizlimi çıkartıp ipe doğru girmeye çalışıyorum.

Grubumuzdaki çocuklar ne kadar şanslı. Biz bu yaşımızda bunu yapmaya çalışırken onlar hayata ne kadar erken başlıyor. Yerinden kımıldamaya korkan annemle pantalonu kırışır diye oturmayan babam aklıma gelince hiç şansım yokmuş diye düşünüyorum. Benim gibi bir annenin de hiç bu taraklarda bezi olmayan bir çocuk kısmeti. Hayat böyle.

127 Saat Filminin İçindeyim Adeta, Biri Beni Buradan Çıkarsın
Tam 27 kere irili ufaklı uçurumdan kendimizi aşağı atmamız gerekiyor. İki tanesi var ki gerçekten korku filmi gibi. İnsan ” bunu neden yapıyorum ki” diye sorguluyor. “Hocam biz buradan nasıl inicez” diyorum. Birinden “kütür kütür inicez” diye bir laf çıkıyor. Gel de gülme. Sinirlerim zaten oynamış yerinden, zembereğim şaşmış, çeneme vurmuş durmadan konuşup gülüyorum.

127 saat filminden bir kare sanki karşımdaki ve o filmin kahramanları bizleriz. İki yar arasına sıkışmış bir kaya ve biz o kayanın tam altından metrelerce aşağı inicez. Oradan inmekten başka çaremiz de yok. Geri dönemeyiz. Kız çocuğumuzun gözyaşları içimi acıtıyor. Bacaklarının titremesi, sarkıttığı alt dudağı, ıslatmamak için uğraştığı güzel kirpikleri ölsem aklımdan çıkmaz artık.

Diğer çocuğumuzu tutabilene aşkolsun. İbrahim hocam diyor ki “bir iki seneye ölmezsen çok güzel bir hayatın olacak“. Öyle zapdedilemiyor ve fazla korkusuz.

İpe güven, ipe güven tamam güveneyim de Allahım neden burası bu kadar yüksek? neden ayağımı koyacak bir yer yok? İki dizim yerde yüreğim de tam ağzımda içimden kendime ettiğim küfürler kulağımda “lanet olsun dostum, Biri beni buradan çıkarsın” diye diye iniyorum.

O negatif iniş denilen şey var ya, işte o lanet şey yüzünden o kadar toplamama rağmen saçlarım çatır çatır yolunuyor. Negatif inişlerden nefret ettiğimi söylemiş miydim?

Negatif iniş; yardan aşağıya kendinizi sarkıttığınızda kayanın altının boş olması. Diğer inişlerde düz bir duvarda ayaklarınızın tabanını duvara basa basa inerken bu inişte kendinizi bir ipin ucunda boşluğa salma hali. Sevmemekte haksız mıyım?

İnsan bir bir inince de bir rahatlıyor ki anlatamam. İki dağ arasındaki bir yarıktayız. Gökyüzü tepelerde bir yerlerde. Güneşte var dışarıdaki dünyada ama bize yok o güneş. Allahın unuttuğu bir yerde iki dağ arasında bir ipin ucundan durmadan kendimizi uçurumlara sarkıtıp duruyoruz. Her inişte de bir mutlu oluyoruz. Böyle anlatınca ne kadar saçma geliyor değil mi? ama değil işte. Sınavımız kendimizle.

Hani bir yerlerde bir yükseklik korkusu vardı. Nereye gitti o? Hiç düşünmeden kendimi atıp atıp duruyorum yarlardan aşağıya. Yükseklik ve korku kelimelerim ayrılmış farkında olmadan. Şükür
Yarıkkaya Kanyonu Mola
Mağara denilen genişçe bir alanda mola veriyoruz. Her grup arkadaki ile peşpeşe gidiyor. Birbirinden sorumlu. İkinci grupta yakalıyor bizi molada. Bir şeyler yiyoruz ve dinleniyoruz. Benim bedenim böyle etkinliklerde dinlenmeyi ve yemeyi sevmez hiç. Ne kadar dinlenme o kadar vücut soğuması, adrenalin düşmesi ve yorgunluk getirir.

Bu seferde farklı olmuyor. Bir de ne yediysem, her eğildiğimde ağzıma geliyor. İkinci etap benim için daha zorlu artık. Yorulduk tabi ve çok bekledik. Benim gibi sabredemeyen birine hayat beklemeyi öğretiyor. Mağara denilen yerde definecilerin kazdığı bir yer var. Hocalarım gösteriyor. Zmanında buralar hep defineciler tarafından kazılmış. Bir şey bulan oldu mu acaba?

Aynı zamanda biri oraya bir incir ağacı dikmiş ve yanına bir not bırakmış. “Gelip geçen sulasın, önümüzdeki yıllar gelip geçerken meyvesini yeriz” yazmış. Ne güzel insanlar var.

Bir de Ahmet gerçeği var bizim grupta. Adam buralarda büyümüş olmalı. Kask takmayı reddeden, eldiven kullanmayan bir Ahmet. Gül’le beni inersiniz buradan deyip, biz de hangi akla hizmetle inanıp peşinden patır patır atlayıp da kendimizi dağa taşa çaktığımız foto Ahmet.

Sayesinde en kolay yerlerde yerlere çakılıp kayalarda kafamızı sektirdik. Pişman mıyız? Asla. Her şey bize bir şey öğretiyor. Kendi güvenliğini kendin düşün, kendin al. Bizim çok güzel fotoğraflarımızı çeken Spiderman Ahmet bu şekilde inip bir de geri tırmanıyor. Hızına yetişebilene aşk olsun. En son tepelerden bize öpücük gönderiyordu. Seni unutmayacağız Ahmet.

27 iniş her bir insan için 27 ayrı ipe girişi kontrol demek. Sadece bizim grup 16 kişi. Bir de buna biz çaylakların fotoğraf aşkı eklenince, emniyetçiye “hocamm emniyet, bir foto şeyettircez de” demelerimiz ve bu ricamıza hiç gık dememeleri. Suat Hocamın beni havada asıp da “bahar yeni yazı ne zaman, en güzel beni yazacaksın yoksa salmam” şakaları unutulur mu? İyi ki varsınız.

Yarıkkaya Kanyon Çıkışı
Saatler süren geçişte sonlara doğru artık dizlerim beni taşımıyor. Kanyonun içinden uzaktaki evi ve otobanı görmek çok şaşırtıcı. Hem bu kadar bakir hem de dış dünyanın hemen yanı. Dışarıda bir hayat var ve biz başka bir dünyadan oraya bakıyoruz. Sanki hep orada yaşayacakmışım gibi hissetmişim demek ki.

Kanyondan sallana sallana zafer kazanmış edalarıyla bir çıkışımız var. Yok böyle bir keyif. Tüm yorgunluk, sabah hissettiğim duygular her şey çok uzaklarda. Bir hedefim var ve bu hedefe giderken bir engeli daha aşmanın rahatlığı var. Başarmak ve kendinle olan savaşından galip çıkmak nasıl güzel bir duygudur.

Korkularının üstüne üstüne gidip bir hiç olup hayatta sahip olduklarımızın aslında ne kadar kıymetli olduğunu anlamak… sıcak bir ev, rahat bir yatak, dört duvarı olan bir tuvalet bile şükretmek için yeterli değil mi?

Yaptığım hiç bir spor için bu kadar eğitim almadım ben. Normalde bu sporu da yerinde öğrenip yapıp rafa kaldırmam gerekirken neden bu kadar eğitim? Bilmiyorum ama ben bu ekibi sevdim ve bir kere bir şeyi de usulüne göre yapmaktan keyif aldım.

Hocalarımıza hakikaten sabırlarından dolayı teşekkür etmek lazım. 83 kişiyi kanyona intikal ettirmek, hepsine tek tek teknik malzeme temin etmek,daha ilk günden tepenin başında ipe sokmak, aksam üç kap yemek çıkartabilmek, bu yemeklerin alt yapısı için herkesin eline notlar verip markete yönlendirnek, hastaya şifa olmak, sabah erkenden kahvaltıyı hazırlayıp takımları sırasıyla kanyona sokmak ve hiç kimsenin burnu bile kanamadan faaliyeti bitirip sağ salim evlerine teslim etmek. İşte mükemmelik budur.


2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?
Gezmek guzeldir. Sayende bizde gezmis oluyoruz.
Teşekkür ederim. Gerçekten gezmek güzel
Thank you so much. You need to see Turkey 🙂
Harika bir yazı ve anlatım bir an kendimi orada hissettim bende Yarık kaya kanyonundan geçtim gece saat 3 te inişe başladık görebildiklerimiz kafa lambalarımızın aydınlattığı kadardı
Beğenmenize çok sevindim gerçekten. Kendi başınıza mı girdiniz gecenin 3ünde? 🙂