Tam üç kez niyetlenip ikisinde neredeyse kapısından döndüğüm Van için baktım başka yerlerden geçiş olmuyor çat diye aldım bileti ve direkt Van’a gittim. Amacım Van da ki badem çiçeklerini görmek. Sıcak ve güneşli bir İstanbul’dan yağmurlu ve serince Van’a vardığımda beni misafir edecek arkadaşım hala çalışıyordu.
Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
- Van Gölü Ekspresi Maceramı da okumak için tıklayın.
- Doğu Ekspresi Maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Sonunda Van’a Ayak Basıyorum
Van havaalanı merkeze çok yakın ve havaalanın da sizi merkeze götürmek için mor otobüsler bekliyor. 3 lira veriyorsunuz ve nerede inecekseniz size yardımcı oluyorlar. Benim ilk durağım merkezde bir terzi oluyor. Zamansızlıktan yapılamayan paçalar Van’da bir yerel terziye emanet. Konuşmaya pek hevesli olmayan terziden çıkıp sokaklarda dolaşmaya başlıyorum. Sanki İstanbul da başka bir semtte dolaşıyor gibiyim. Böyle şehirleri pek sevmem. Mistik bir havası olan tarih kokan sokaklar severim. Burada her şey geldiğim yerle aynı. Bütün ünlü mağazalar, avmler, restoranlar ve ıslak bir Van.
Dış görünümümden yabancı olduğum o kadar belli ki. Bakışlara engel olamıyorum. Sırtımda ki çantam ve ayağımdaki keten ayakkabılarla sokakta görecek bir şey de olmayınca sıcak mağazalara dalmaktan başka çare kalmıyor. Van için ilk izlenimim bütün çiçekli elbiselerin Van’a gönderilmiş olduğu oluyor.
Bin tane kadar elbise giyip çıkardıktan sonra acıkıyorum ve arkadaşımın tavsiyesiyle Özşark Sofrası’na gidiyorum. Satır köftesi de mekan da çok güzel. En sonunda okulda işi biten arkadaşım yanıma geliyor. Laf lafı açınca nerede olduğumuzu unutup birkaç saati bu kebapçı da geçiriveriyoruz. Arkadaşım gezgin fotoğrafçılardan. Her fırsatta fotoğraf çekmek için kmlerce ötelere gidiyor. Tanışmamız da benim İran araştırmalarım sırasında oluyor. Kendi arabasıyla İran da 4500 km yol yaptı.
Van Kahvaltısı
İki gezgin bir araya geldi mi muhabbet bitmez. Yol hikayeleri anlatılır durur. Tabi böyle olunca uyku az uyunur. Ertesi sabah sürünerek uyanılır. Van’a gelmenin turistik taraflarını da yapmalıyım tabi bir taraftan da. Van kahvaltısı ritüeli için Van Gölü manzaralı Sütçü Kahvaltı Salonu’nu tercih ediyoruz. Gerçekten bir masa donatılıyor ki hangi birini yiyeceksin.
Kavut İstanbul’da ki gibi toz halinde gelmiyor. Tereyağla kavurmuşlar, üstünde bal ve ceviz var. Hani ben diyetteydim ya, unutun onu unutun. Askerliğini Van’da yapmış olan kardeşim şuan Londra’da eğitimde. Ona kahvaltı fotosunu göndermemle gelen mesajı aynen yazıyorum. “Abla ben sana ne ettim. Burada konfleks yiyorum ben” oluyor. Beni çok güldüren bu olay için kardeşim ne düşündü bilemiyorum tabi. Böyle bir kahvaltının bedeli de sadece 30 lira.
Van Denizi
Özkan’ a kaç milyon kez “herkesin gittiği yerlerle ilgilenmiyorum, sadece halkın bidiği bir yere gidelim” dediysem kendimi St.Thomas Kilisesi yolunda buluyorum. Gevaş yolunda petrolden hemen sonra Altınsaç Köyü‘nünde olduğu üç köy tabelasını görünce anayoldan hemen sağdan ayrılıp köy yollarına sapmalısınız.
Yolumuz bir köylüyle keşisiyor. Köye kadar aldığımız emmim kaybolan koyunları arayacağını söylüyor ve hemen bize “ekmek su var mı? katalım yanınıza” diyor. Bunları yaşamak için doğudayım zaten. Seviyorum doğu misafirperverliğini.
Köy yolları bir hayli bozuk olsa da Van Gölü‘nün yanında öyle bir manzaraya çıkarıyor ki beni dakika başı “dur fotoğraf” demekten yoruluyorum. Karşı da dağlar, pamuk gibi bulutlar gölde yakamoz yapıyor gündüz vakti. Gölün etrafı kaplumbağa cenneti. Göl etrafında ilerledikçe gölün rengi renkten renge giriyor. Her bir yerde başka renk.
Vanlıların Göle neden Deniz dediğini anladım sanırım. Artık Göl benim içinde deniz. Van gölü dünyanın en büyük sodalı gölü ayrıca Türkiye’nin de en büyük gölü olma özelliklerini taşıyor. Nemrut volkanik dağının patlamasıyla oluşan kraterdeki biriken suların oluşturduğu düşünülen bir göl. Tuzlu ve sodalı bir suya sahip.
Gölde inci kefalleri yaşıyor. Dünyada sadece bu gölde yaşayan bir türmüş. Mayısın ilk haftası da üremek için tatlı su yolunda büyük mücadele veriyorlar çünkü sodalı suda balık yumurtaları yaşayamıyor. Bu mücadele de öyle görüntüler elde ediliyor ki uçan balık inci kefali adını bile almış. Haziranda düzenlenen bir festivali bile var.
St Thomas Kilisesi
Vanın Gevaş ilçesine bağlı Altınsaç Köyünün 5 km kuzey batısında, Beleko dağının kuzey doğusundaki varis körfezine bakan bir tepe üzerinde aziz Thomas’a kutsal eşyaların korunması amacıyla inşa edilen kilisenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1581 yılında başrahip Kirakos tarafından yaptırıldığı bildirilmektedir.
Van Denizi kıyısında manzaradan manzaraya, o bozuk yollarda zıplaya zıplaya ilerlerken Altınsaç Köyü‘nden hemen sonra bir tepede bulunan St. Thomas Kilisesi‘ni görüyoruz. Buraya özel aracınız olmadan gitmeniz çok zor olur. Aracı aşağıda bırakıp başlıyoruz yürümeye.
Yakın gibi gözüküyor ama oldukça tırmanacak gibiyiz. Bir toprak yol açmışlar. Arkadaşım o yolun yeni açıldığını söylüyor.Haberi olsa arabayla St. Thomas Kilisesi‘nin çok yakınına kadar çıkabilirdik. Böyle yolları yürümeyi de çok severim. Belli bir yerden sonra oldukça dikleşiyor.
Artık iyice Van Gölü’nü kuş bakışı görebiliyoruz. Manzara muhteşem. Öyle böyle değil hakikaten enfes. Tepelere çıkıp bulutların dansının videosunu çekmek için kamera yerleştirdikten sonra keşif için gidiyoruz. İçine gir, tepesine tırman ve bütün bunları en olmayacak ayakkabıyla yap yine Bahar.
Alice Harikalar Diyarında gibiyim. Tepemde bulutlar, masmavi bir gökyüzü Van gölünün mavisiyle yarışıyor. Yüzyıllara dayanmış bir kilise böylesi bir manzarada, böylesi bir yanlızlık da hala hayata tutunmuş, hala ulaşılması zor. Manzaralara doyup mis gibi havayı ciğerlerimize doldurduktan sonra inişe geçiyoruz.
Çıkarken nefes nefese kalmıştım. Çok dik bir açısı var tepenin. Aşağı inmekte bir o kadar zor. Yuvarlanacak gibi oluyor insan. Tam aşağıya indik oh artık düz yoldayız diye sevinirken bir eksiklik hissediyorum. Ceketimi yukarı da unuttum. Arkadaşım bırak yenisini alırsın diyor ama yanımda başka ceket yok.
Donarım alıncaya kadar. Mecbur tekrar tırmanıyorum. Aşağı inerken Özkan bir patikadan bahsetmişti. “Bir daha gelirsem buradan çıkayım” demişti. İçimden “ben nasılsa çıkmıycam” demiştim ya on dakika sürmedi yeniden tırmanmak. Daha önce de oldu bu bana. Büyük konuşmamak kadar düşünmemek de gerekiyor demeki ki. O gün orada kalp krizi geçirmedim ya daha da ölmem bence.
Neyse ki arkadaş beni almaya geldi de geri kalan yolu yürümedim. Dönüş yolunda anayola kadar bir aileyi arabaya alıyoruz. Küçük tatlı kız elinde sarı çiçekleriyle öyle güzel ki. Buralarda bizim modern dünyada otostop dediğimiz olay o kadar güzel ve doğal bir şekilde yapılıyor ki. İnsan hiç korkmuyor buralarda arabaya yabancı almaktan.
Akdamar Adası
Akdamar Ada’sı Gevaş yolunda. Gevaş araçlarına bindiğiniz de burada mutlaka duruyormuş. Adaya bizi tekneler götürecek. 15 lira verince gidiş geliş ücreti. Adaya geçişte tabi ki teknenin dümenini ele geçiriyorum. Van Denizi’nde tekneye bindim ama kullanmadım mı diyecektim?
Kısa sürüyor zaten. Hava sanşıma öyle güzel ki. Özkan haftada bir buralarda olduğu için gidip çay içmek istiyor. Bense kelebek gibi uçuşuyorum. Adadaki ağaçlarda hala çiçek var. Kilise çok heybetli gözüküyor. Giriş 10 lira. Müze kart ve İşbankası maksimum kartlar müze kart olarak kullanılabiliyor.
Kutsal haç adına Vaspurakan Kralı I.Gagik tarafından 915-921 yılları arasında keşiş Manuel’e yaptırılmıştır. Kiliseyi yaptırmalarının amacı Kudüs’ten İran’a kaçırıldıktan sonra 7. yyda Van’a getirilen Hakiki Haç’ın bir parçasını orada muhafaza etmektir. Kilise sonradan manastır olarak kullanılmıştır.
Akdamar adasının bir efsanesi de var tabi ki. Eski zamanlarda burada bir Ermeni baş keşiş ve güzelliği dillere destan kızı Tamar yaşarmış. Bu Tamar’a aşık da bir çoban. Çoban geceleri yüzerek adaya çıkarmış. Tamar da elinde bir fenerle onu beklermiş.
Bunu öğrenen keşiş fırtınalı bir gece fener ışığının devamlı yerini değiştirerek çobanın boğulmasını sağlamış. Boğulmadan önce de son sözü “Ah Tamar” diye bağırmak olmuş. Bunu duyan Tamar da kendini suya atmış. O günden sonra ada Ah Tamar diye anılmaya başlanan ada günümüze kadar Akdamar olmuş.
Etrafını ve içini gezdikten sonra yine tırmanma zamanı. Zaten Van’ı hep böyle hatırlıycam. Tepelere çıkıp adayı ve kiliseyi tepeden seyrediyoruz. Ardında ki Artos dağıyla muhteşem bir manzara sergiliyor bize. Son vapurun saatine dikkat edin de bizim gibi son nefes koşturmayın. Gün gölün üstünde muhteşem bir manzarada batıyor.
Van Geceleri
Gece Özkan’ın arkadaşlarının yanında alıyoruz soluğu. Van da bir barlar sokağı var. Gençlik eğleniyor. Her yerden bir müzik sesi geliyor. Bizim olduğumuz barın konseptine bayılıyorum. Kardeşimin Londra’da aradığı telefon klübesi bu barın içinde var.
Fidel, Che, Frida bir masada kadeh tokuşturuyor. Van da yaşayan öğretmelerle oturup sohbet ediyoruz. Ne kadar tatlı insanlar.
O kadar yorgunuz ki kızların başka yerlere geçme teklifini reddediyoruz. Dinlenmemiz lazım. Ertesi gün yine yollardayız çünkü.
Van Kedi Evi
Yine erken kalktık. Merkezdeki Yedisu Börekçisi’n de alıyoruz soluğu. Nasıl lezzetli böreklerdi anlatamam. Mutlaka uğrayıp yiyin. Benim diyet yalan oldu biliyorum.
Van’da van ritüllerinden biri de Van Kedi evini ziyaret etmek. Yüzüncüyıl Üniveristesi kampüsünün içerinde olan kedi evine giriş 1,5 lira. 4 liralık bir yaş mama alırsanız kafesin içine girip sevebiliyorsunuzda. Kediler oldukça açtı. Van kedileri sadece Van da yaşayabilen bir türmüş.
Üretimleri kontrol altına alınmış. Biri mavi diğeri sarı renk gözlü olmalarıyla ünlüler ama her doğan bu özellikle doğmuyor. Mavi gözlüleri 500 sarı gözlüleri 300 liraya satın alabiliyorsunuz. İki renk gözlüler satılmıyor. Zaten çok az bu şekilde doğan kediler koruma altında.
Muradiye Şelalesi
Şelale aşkımı bilmeyen var mı? Muradiye şelalesine doğru yola çıkıyoruz. Muradiye Şelalesine toplu taşımayla gidecek olanlar Çaldıran minübüslerine binmeli. Şelale Muradiye ilçesinden sonra çünkü. En çok bu hata yapılıyormuş. Özel araç parketmek 5 lira kaç kişi olursanız olun.
Şelaleye giden arazi özel kişilere ait. Onlarda geçiş ve otopark için bedel biçmişler. Muradiye Şelalesi’ne bir asma köprüyle geçiliyor. Pazar günü olduğu için o kadar kalabalık ki. Heryer piknik yapan insanlarla dolu. Aileler oldukça kalabalık. Mevsim dolayısıyla şelale gürül gürül akıyor. Kışın bu şelale donuyormuş.
Bu kadar kuvvetli akan br şelalenin donabileceğine insan inanamıyor. Seyir teraslarından fotoğraf kuyruğuna giriyoruz. Sonrada keyfini çıkartıyoruz. Aşağılara inince derenin üstüne atılmış kütüğün üstünden karşıya geçiyoruz. Arkada daha küçük şelaleler de var.
Enteresan olan buraya bu suyun nereden geldiğini bir türlü bulamamamız. Toprağın altından geldiği söyleniyor.
Van İskele
Dönüşte işleri olan Özkan beni İskele yolunda indiriyor. İskeleye yürüyebilir miyim deyince indirdiği yerin Türkiye’nin en uzun düz caddesi olduğunu söylüyor. 7 km’miş. İyiki onu dinleyip minübüse binmişim. İskele caddesi kocaman bir parka çıkıyor. Orada da tüm çimenler piknikçilerin istilası altında.
Sora sora teknedeki balıkçıları buluyorum. İki tane tekne var. Amacım meşhur inci kefalinin tadına bakmak. Kale manzaralı teknede bir içecek ve balık ekmeğe 10 lira ödüyorum.
Doğruyu söylemek gerekirse içinde ki soğan maydanoz ve acı üçlüsünden balığın tadını pek alamadım ama soğan karışımının tadı güzeldi. Bu ritüelide gerçekleştirdikten sonra uzaktan gördüğüm Van kalesi için yola koyuluyorum.
Van Kalesi
Kimse sorduysam gördüğüm kaleye ulaşım yolunu tam diğer taraftan tarif ediyor. Israrla oradan geçemezsin diyor. Bende söz dinliyorum. Minübüse yürürken, günlerdir el arabalarında gördüğüm otların tadına bakma fırsatı buluyorum. Dağ muzu da deniliyormuş ama her yörede başka isimde olsa da Van da uşkun diyorlar.
Dağdan toplanan yabani otların kökü bir nevi. Satıcı dış yapraklarını soyup bana ikram ediyor. Tuzlayıp yeniyor. Ben sevdim. yeşil eriğe benzer ekşi bir tadı var. Parasını ödemek istediğim satıcı ısrarla para almadığı için fiyatını sormak aklıma gelmemiş ama Özkan’ın dediğine göre kilosu 30 liraları buluyormuş.İskeleden bir minübüse daha binip Koç İlkokulunun orada iniyorum. Bir daha minübüse binmek gerekiyor ama sıkıldım.
İskeleden bir minübüse daha binip Koç İlkokulunun orada iniyorum. Bir daha minübüse binmek gerekiyor ama sıkıldım.Geri kalanı yürüyücem. 15 dakikalık bir mesafe zaten. Yürürken yaşlıca bir teyzem maşallah diyor. Öyle tatlı ki, tam fotoğraflamak istediğim bir teyzem ama fotoğrafını çektirmiyor. Beni kovalıyor. Van Kalesi oldukça büyük bir alanda tepede tüm ihtişamıyla bana bakıyor. Kime ne sorduysam kalenin ana kapısına ulaşmayı başaramıyorum.
Türbenin orada iki çocuk bana rehberlik edeceklerini söylerek peşime takılıyor. Sonrasında ben onların peşine takılıyorum tabi ama beni öyle yollara sokup öyle bir dolandırıyorlar ki nasıl oaralardan yuvarlanmadım, nasıl cinnet geçirmedm bilemiyorum. Aslında kısa süreli bir cinnet geçirim bence. Geldiğim yollardan dönüp kalenin ön tarafına ulaşmaya çalışıyorum. Çocuklar kapısında tadilat olduğunu ve içeri giremeyeceğimi söylerken başkası kalenin kapısının olmadığını söylüyor.
Kale kapısı denilen bir gerçek varken nasıl bu kalenin kapısı olmaz ki. Kalenin tepesinden bir gün batımı yapayım dedim başıma gelmeyen kalmadı. Ayakkabılarım yine bu işe hiç uygun değil ve ben yine tırmanıyorum. Van’ı hep tırmandığım bir yer olarak hatırlıycam. Birileri dönerken yardım istiyorum. Beni aşağı indiriyor indirmesine ama bu sefer de o peşimi bırakmıyor. Kaşla göz arası bir duvardan atlayıp izimi kaybettiriyorum.
Eski Van
Amacım yukarıdan gördüğüm eski Van’ın olduğu yerdeki Selçuklu minarelerine gitmek. Yukarıdan gördüm ki birileri o yıkık minarelerin tepesine çıkmış. iki Osmanlı camisi restore edilmiş, iki Selçuklu minaresi kaderine terk edilmiş. Kaleye çıkamadım, minareye çıkıp o gün batımını yapma peşindeyim. Ben ettim siz etmeyin.
O an pek mantıklı düşünemediğimi itiraf etmeliyim. Tek başıma basamakları yıkılmış zifiri karanlık bir kulenin içinde yine tırmanıştayım. Arkamdan bir grup adamın sesini de duyunca nasıl dört nala tırmandım bilmiyorum. Burada bile yalnız kalamadım. Hemen birileri geldi. O ayak koyacak yer olmayan yerde 4- 5 kişiyiz. Onlar hemen gitmeye kalkışınca da bu sefer ben onların peşine takılıyorum. Nasıl inicem başka türlü.
Yanımda da bavul gibi bir kol çantası var. Toz toprak içinde kaldım bir taraftan. Çocuklardan biri bana yardım ediyor diğer arkadaşları kızsa da. Aşağıda bir güvenlik görevlisi bekliyor ve iyi ki bekliyor. Oraya girmek çıkmak yasakmış ve belli bir saatten sonra o alan pek güvenli değilmiş. Fotoğraf çekeyim diyorum telefon yok. Görevli arıyor ama yok. Minarenin içine bakalım diyoruz ki en tepede düşmüş.
O gelmeseydi ben oraya tekrar nasıl çıkar alırdım bilmiyorum. Telefonumu çıkıp aldığı gibi alanda beni gezdiriryor ve güvenli bir şekilde beni o alandan çıkartıyor. Gece vakti eski Van alanına tek başınıza gitmeyin. O ara artık beni merak eden Özkan arıyor. Beni güya dolmuşa götüren görevli bir gümüşçüye götürüyor. Ne desem bilemedim. Herkes para derdinde.
Tamam çok güzel ürünler ama her sorduğum bir avrupa uçak bileti. Gelde durumu anlat. Dolmuş için çıkınca bu sefer şalvarlı sarıklı genç bir çocuğun dışarı çıkarmalarına rağmen beni beklediğini görüyorum. Dolmuşa binip gittim güya ama nasıl oldu bilmiyorum çok uzak bir yerlerde dolmuşa bindi. O geride kalmıştı nasıl ileri gidip dolmuşa bindi.
Ya hayal görüyorum ya kırklara karıştım. Özkan’a ulaşmaya çalışıyorum. Bir gezgin arkadaşıyla künefe yiyorlar ama peşimdekini atlatmaya çalışmakla meşgulüm. Mağazalara falan dalınca neyseki peşimi bırakıyor da bende hayatımda yediğim en güzel künefeye doğru ilerliyorum. Bizim İstanbul da yediklerimiz kesinlikle künefe değil ya da orada yediğim başka birşey. Ne tırmandım ne kaçtım ne dolandım ben bugün.
İnci Kefali İlköğretim Okulu ve Harika Öğretmenleri Özkan Çörek
Van da ki son günüm. Öğleden sonra Van Gölü ekspresi için Tatvan’a geçicem. Son sabahım da Özkan’ın öğrencilerini görmek istiyorum. Onlara minik hediyeler getirdim. Sırt çantasıyla fazla birşey taşınmıyor. Öyle tatlılar ve öyle utangaçlar ki. Anadoluya giderken yanınızda mutlaka küçük de olsa birşeyler götürün. Bir çocuk sevindirmek dünyaya bedel. Keşke daha fazlasını yapabilsem.
Van da her mevsim gelmek için bir sebep var. Mayıs başı badem çiçeklerinin açma dönemi ve inci kefali göçü. Mevsimlerin dönmesinden birisine biraz geç diğerine erken geldim ama olsun asla pişman değilim. Van Denizinde bir dalış klübü gördüm. Bu sefer olmadı ama bir dahakine kesinlikle dalmak için gelmeliyim.
Suyun altında tarihi kalıntılara dalınıyormuş. Bunu kaçıramam. Zamanı yanlış hesapladığım ve trenin de hergün olmamasından dolayı planladığımdan erken ayrılıyorum. Bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim. Aklım Van da kalarak ayrılıyorum ama yine gelirim
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?
Merhaba, olur da, bir daha Van’a giderseniz, Mayıs – Eylül arasını seçmenizi, mümkün ise, off-road tipi bir araç kiralamanızı tavsiye ederim. Göl çevresi boyunca, karayolunun dış kesimlerin’de görülmeye değer onlarca bölge var. Özellikle de jeoloji’ye karşı ilginiz varsa. Zira, memleketim, aslında kocaman bir Jeolojik park. Güzel seyahat notlarınız için de ayrıca teşekkür ederim.. Sevgilerle..
Çok teşekkür ederim güzel sözlerinize. İnşallah tekrar gelir dediklerinizi yaparım 🙂