Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
- Salda maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Pamukkale’ye Ulaşım
Bunda ziyaret saatinin yaz saatiyle 20:00′ ye kadar uzaması da etken tabi. Salda Gölüyle Pamukkale arası bir buçuk saat kadar sürüyor. Pamukkale’ye girince sağdan hemen bir yol var, yanılmıyorsam kuzey kapısıydı. Müze kartı olanlar için ücretsiz. Benim banka kartım bu işi hallediyor zaten. Aksi halde giriş 35 lira, her gün açık.
Adım başı tabelalar sizi yönlendiriyor zaten. Yanımdaki kimse daha önce buraya gelmediği için onlara hızlıca travertenleri gösterip tekrar geri gelmek üzere antik havuza sürüklüyorum çünkü hem deli gibi merak ediyorum hem saat altı da kapandığı söyleniyor.
Kleopatra havuzu olarakta bilinen havuz antik kentin içerisinde ama orasının girişi ayrıca ücretli. 32 lira veriyorsunuz ve size bir dolap veriyorlar. Sonra havuzdayız. Termal bir su, ılık. Dibi çakıl taşlarıyla kaplı. Kanaldan ilerleyip daha geniş bir alana çıktığınızda burada suyun altı depremlerle yıkılmış sütunlar, tarihi eserler dolu.
Havuzun bir kısmı dubalarla ayrılmış durumda, dubaların arkası derin. Köprünün altına denk gelen yerde suyun altında bir sütun var. Burada olay tamamen suyun altında olduğu için maskeniz olmadan gitmemenizi ve bir sualtı kamerası bulundurmanızı tavsiye edebilirim.
Burası özellikle Roma döneminde sağlık merkezi durumundaymış. Suyun altını üstüne getirip videolar fotoğraflar derken maskemi arkadaşıma veriyorum. Neden? Çünkü güzel kareler çıksın istiyorum. Derin kısma geçip suya dalıp sütunun yanına inme planlarım var. Dalıyorum ve yüzyılllar önce depremlerle yıkılmış koca sütuna dişimi çarpıp kırıyorum. Bunun bir videosu bile var. Kimsenin seyretmeye dayanamadığı bir diş kırılma anının canlı hatırası.
Pamukkale Travertenler
Travertenler kayaların çökmesiyle oluşuyormuş. Buraya verilen sıcak sular 365 derece ve içinde bolca kalsiyum ile karbonhidrat bulunduruyormuş. Su çıktığında havayla karışıp karbondioksit ve karbonmonoksit uçuyor ve travertenler üzerinde kalsiyum karbonat birikiyormuş. Bunlar beyaz renkli ve zamanla sertleşmiş ve kayalaşmış. Bu kayaları çökerten de sıcak sularmış.
Travertenlere fazla su verince yosunlaşıp yeşeriyor, kuru kalırsa kararıyor. O sebepten aralıklarla su veriliyor. Bir zamanlar buraya gelen suların çoğu otellere verilmiş ve travertenler kararmıştı. O haberleri okuyup çok üzülmüştüm. Neyse ki yanlıştan çabuk dönülüp dünyaca ünlü Pamukkale travertenleri kurtarıldı.
Pamukkale Hierapolis Antik Kenti
Harika fotoğraflar çekip, travertenlerin suyunda oynayıp antik şehre doğru yola koyuluyoruz. Bir tarihçi olmadığım için internetten açıp okuduğum bilgilere göre Frigyalılar zamanında kurulan şehir zamanla peş peşe yaşadığı depremlerle yerle bir olmuş ve sonra yeniden yapıldığında Roma mimarisi hakim olmuş. Hierapolis Antik Kenti M.Ö.3.yüzyılda kurulmuş.
Oldukça geniş bir alana yayılmış antik kente hamamlardan başlıyoruz ve sonra heybetli kapısından girip bir zamanlar Kleopatranın yürüdüğü ana caddesinden antik tiyatroya doğru yürüyoruz. Akşam saatleri olmasına rağmen hala sıcak. Yaz aylarında öğle saatlerine denk gelmemeye çalışın. Hakikaten zor olur. Yürürken bir yandan depremlerle yarılmış toprağı hala görebiliyorsunuz. Bunca zaman sonra bile.
Pamukkale Antik Tiyatro
Hafif bir yokuş sonrası tiyatroya giriyoruz ve ben bakakalıyorum. Her şeyi araştıran ben antik tiyatronun hiçbir fotoğrafına bakmadığımı farkediyorum. Yapımı 150 yıl süren Akdeniz’de ki en önemli ve özgün Roma Tiyatrosu, 1800 yıllık antik tiyatro. Muhteşem bir gün batımıyla, mitolojik kabartmalarıyla beni kendine aşık, hayran bırakan antik tiyatro, sapasağlam tüm heybetiyle bize kucak açıyor. Sahnesine inmek yasak. Halbuki o sahneye çıkmayı ne çok isterdim. Seneler önce geldiğimde buraya gelmeyi reddeden arkadaşlarım yüzünden bunca sene görememiş, dokunamamış, yaşayamamış olmanın verdiği hayal kırıklığı var biraz. İnsan neden yalnız geziyor. İşte hep bu sebeplerden. Pek çok insana göre “sadece TAŞ” olan bu yaşanmışlıklar benim için çok kıymetli. Düşünsenize tarih kitaplarından okuyup bildiğimiz, bazı filmlerde canladırmalardan hayal ettiğimiz şeylerin gerçeğinin içindeyiz. Kleopatra‘nın benim oturduğum yere oturma ihtimali bile bana heyecan veriyor.
Allahtan antik kente girmeden gölün hemen karşısında yol sorduğumuz bakkaldaki Ali abi’nin hoş sohbetine dayanamayıp yanındaki dükkanda kokoreç yemişiz. Zira akabinde iki gün bir şey yiyemedim. Ali abi müzede herşeyin pahalı olduğunu söyleyip bizi bir güzel doyurup gönderdi. Hatta kedimize bile bakmayı teklif etti. Gezmenin en güzel tarafları bu güzel insanlar.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?