Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
Bunca nesil İstanbul’lu olup da bir kere bile gitmediğim Emirgan Korusu’nda ki laleleri görmeye gidiyoruz şimdi. Yıldız Parkı’na aşık olduk. Emirgan Korusu’ndan da aynı performansı bekliyoruz. Emirgan Korusu’na Sarıyer’e giden herhangi bir otobüsle gidebilirsiniz. Kendi aracınızla da gidebilirsiniz ama bu tarz yerlerde parkla ve trafikle uğraşmamak için ben araçsız gidiyorum. Hava da güzelse genelde sahilden İstanbul Boğazı’nı seyrederek ve boğaz havası alarak yürümeyi tercih ediyorum.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Yıldız Parkı maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Emirgan Korusu’na Giderken Telef Olanlarda Bugün
İsteyen Eminönün’den ve Anadolu yakasından kalkan vapurlarla deniz yoluyla gelebilir. Bence çok güzel seçenek. Boğaz turu atan vapurlara binmeyin ama. Onlar ikinci köprünün ayağından geri dönüyor. Herhangi bir iskeleye yanaşmıyor.

Biz Beşiktaş’tan otobüse biniyoruz. Korkunç bir trafik var. Haftaiçi ve gün ortası olmasına rağmen hem de. Hınca hınç otobüste Bebek’e kadar dayanabiliyoruz. Orada inip geri kalan yolu yürüyoruz. 500T’den sonra en popüler otobüsün bu olduğuna karar veriyorum.

Boğaz havası ve manzarasına karşı çok güzel bir yol oluyor. Eskiden tekneyle geçtiğim boğazda yürümek buruk bir tebessüm bırakmadı değil ama ikisinin de yeri ayrı. Bebekten itibaren yürüyüş yolunu oldukça genişletmişler. Denizi doldurmuşlar.

Üç tarafı denizlerle kaplı, hatta kendine ait bir denizi olan ülkemde, denizden bu kadar nefret edilir ancak. Yakında iki kıyı birleşecek onun yerine Trakya’da kanal açacaklar. Bir taraftan deniz doldurulurken diğer taraftan yeni bir boğaz yaratılıyor. Bu doğa insan oğluna yaranamıyor. Beğenmeyip yeniden yapıyoruz hep.
Emirgan Korusu Lale Devri
Eski tarihlerde Emirgan Korusu‘na kayıkla gelinirmiş. Köprü falan yok tabi. Eskiden bir bölümü mesire alanıyken 75 yıl önce İstanbul Belediyesi satın almış ve tamamen halka açmış.
1635 yılında Sultan IV. Murat bahçeyi Emirgüneoğlu Tahmasb Kulu Han’a (Yusuf Paşa) vermiş, burası da önce “Emirgüne Bahçesi” olarak anılmış sonradan bahçenin adı “Mirgün Bahçesi” ve “Mirgün”e dönüşmüştür. Sonunda bütün yöre Emirgan adıyla anılmaya başlamıştır.

Koru da 120 çeşit bitki bulunuyor. Tarihi Bizans dönemine kadar dayanıyor. İçinde üç tane köşk var. Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk. Benden bir yüzyıl önce inşa edilen bu köşkler benden daha sağlam duruyor.

Emirgan korusunu gelin gibi süslemişler. İtiraf etmek gerekirse daha önce gelmemişim ve neden gelmemişim bilmiyorum. Morlar sarılara, pembeler beyazlara karışmış. Müthiş güzel kokuyor, gözlerimiz bayram ediyor.

Korunun içine serpiştirdikleri çeşitli temalarla fotoğrafçılar ve halk için resmen bir set hazırlanmış. Kumaş güllerle hazırladıkları flamingolara bayıldım. Ta Afrikalara gidip göremediğim flamingolar buradaymış meğer.

Kocaman bir kalp yerleştirilmiş bir köşeye. Kuveytli turistlerden rica ediyorum, fotoğraflarımı çekiyorlar. O iki dakika da nasıl o kadar konuştuk, ne ara kaynaşıverdik bilemiyorum. Emirgan Korusu’nu nasıl bu kadar geç keşfetmiş olabilirim?

Turistlerin öyle bir ilgisi var ki beni utandırıyor bu durum. Dünyanın öteki ucunda olsa gideriz de burnumuzun dibine neden gitmeyiz bilemiyorum. Onlar ta Kuveyt’ten kalkıp gelmiş, hoşgelmişler.

Korunun içinde ki Pembe Köşk‘te oturup tatlı ve çay ikilisi yapıyoruz. Fiyatlar makul. Koruda dolaştıkça göllere, şelalere, kelebeklere rengarenk çiçeklere denk geliyorsunuz. Mor çiçeklerin üstü arı dolu, hemen yanında ki beyaz laleler de hiç arı yok. Neye göre gidiyor bu arılar?
Neyin fotoğrafını çekeceğini şaşırıyor insan. Emirgan Koru’su 1-30 Nisan arası lale severleri bekliyor. Biz de açıldığının ertesi günü koruda olunca haftaiçi olmasına rağmen çok kalabalık bir haline denk geliyoruz.

Yukarılara doğru yürüdüğünüzde kocaman bir köşk sizi karşılıyor. Orada da bir restoran var. En tepede İstanbul Boğazı ayaklarınızın altında. Benim İstanbul’um lale zamanı da çok güzel.

Günün Süprizi, Tatlı Sincap
Parka gelirken sincaplardan bahsetmişti biri. İnşallah görürsünüz demişti. Hiç umudum olmadığı için aklıma bile gelmemiş. Aşağıya inerken bir baktık güvenlik görevlisi eliyle bir sincapı besliyor. Nasıl sevimli, nasıl güzel anlatamam.

Sanırım aşık oldum. Resmen durup bize poz verdi kerata. Görevli her gün onu beslediğini söyledi. “Adı ne?” diye sordum. Bir adı yokmuş. Ballı olduğumu söylemiş miydim?

Öyle güzel bir havaya denk gelip tadını çıkardık ki anlatamam. Erguvanlar için erken gelmişiz. O zaman ne yapıyoruz? Erguvan zamanı tekrar gidiyoruz.

2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?