Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
İstanbul’dan birkaç saat uzaklıkta Bursa bu konuda bize kucak açıyor. Doğa yürüyüşü ve sıcacık şifalı sular. İnegöl’de ki Oylat mağarası, Oylat şelalesi ve Oylat kaplıcaları harika bir deneyim bizim için
Hazır yarı yıl tatili de gelmişken, bir kaç günlük bir kaçamakla, ruhunun ve bedeninin arınmasını isteyenlere çok da uzak olmayan bir rota önerisidir bu yazı. İstanbul’dan birkaç saat uzaklıkta Bursa bu konuda bize kucak açıyor. Önce Uludağ’da kayak deneyimi ve sonrasında doğa yürüyüşü ve sıcacık şifalı sular. Uludağ deneyimini bir önceki yazı da kaleme almıştık. Şimdi sıra ikinci aşamada. İnegöl’de ki Oylat mağarası, şelalesi ve kaplıcaları.
- Uludağ kayak maceramı da okumak isterseniz tıklayın
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Oylat Mağarası
Çok uzun zamandır bir kaç sefer gitmeye teşebbüs ettiğim ancak gidemediğim Oylat mağara, şelale ve kaplıcalarına düzenlenen hikingi görünce çok seviniyorum. İstanbul’dan çıkan bir doğa grubunun buraya gideceğini duyunca, biz de hazır Bursa’dayken yürüyüşe katılıp katılamayacağımı soruyorum. Katılabileceğimi öğrenince de çok seviniyorum tabi.
Sabah erken kalkıp İstanbul’dan gelen grupla telefonlaşıyoruz. Onlardan öndeyiz. Yolda biraz kestirmek istiyorum ve gözümü açtığım an her yerin karla kaplı olduğunu görüyorum. Navigasyona Oylat mağarası diye yazmanız yeterli, o sizi götürüyor. Ana yoldan giderken Oylat tabelası yok. Karlı yolda sapmamız gereken yerde hızlı olduğumuz için sapamıyoruz.
Navigasyon yeni rota belirlese de karla kaplanan köy yoluna girmek imkansız gibi. Sapağı kaçırmamaya çalışın. Biz ilerden dönüp gelinceye kadar İstanbul’dan gelen ekip bizi geçiyor ama Oylat mağarasında yakalıyoruz. Onlar gezmeye başlamış. Mağara giriş 7,5 lira. 30 yıllığına kiralayan özel bir şirket işletiyormuş. İnegöl merkezden buraya servisler mevcutmuş.
Mağaraları çok sevdiğim için güle oynaya giriyorum. Yürü yürü bitmiyor. O dışarıdan gördüğümüz dağın içi komple mağaraymış. Işıklandırmışlar ve yürüme yolu yapmışlar. Bir ara kendimi İndiana Jones filminin içine düşmüş gibi hissediyorum. Tırman tırman bitmiyor, her yerden sarkıtlar sarkıyor.Mağara iki bölümden oluşuyor.
Oylat Mağarası Galeriler
1ci galeri daracık, 2ci galeri çok geniş çökmelerin ve sarkıtların olduğu bölüm. Ben en çok girişindeki dar koridor gibi yeri sevdim. Oluşumu binlerce yıl süren mağara hala oluşmaya devam ediyor. Mağaranın içinde yarasalar yaşıyormuş ama biz göremedik.
Belli bir noktadan sonrasına geçiş izni yok. Ziyarete açık 3cü en uzun mağara burası. İçeriden dışarıya, o karlı manzaraya bakmak çok güzel. Dışarıya çıktığımızda yılın ilk karının neşesiyle karlarda yuvarlanıyoruz. özlemişiz.
Mağarayla kaplıcaların olduğu bölge çok uzak değil. Herkes kara hazırlıksız yakalanmış. Bizim lastiklerimizde yine kar çoraplarımız var ve sorun yok.
Oylat Şelalesi
Araçları kaplıca bölgesine parkedip asıl amacımız olan Oylat Şelalesi’ne doğru yürüyüşümüze başlıyoruz. Parkın içinden geçip ilerlediğinizde şelale yolunu kolayca bulabilirsiniz. Biz gidiş geliş 7 kmlik kısıma katılıp sonrasında termal keyfi yapmak üzere buradayız.
Birden bastıran kardan dolayı yürüyüşümüz bir hayli zorlu geçiyor. Karın altını görmediğimiz için önden gidenin adımlarına göre gidiyoruz. Bir tarafımız dere olduğu için aşağıya kaymamamız gerekiyor. Bu hava şartlarında böyle bir yolu asla tek başınıza yapmamalısınız.
Kaymayan iyi bir ayakkabınız yoksa o yola gitmemelisiniz. Normal havada yarım saatte yürünebilen şelaleye bir buçuk saat gibi bir sürede ulaşabiliyoruz ama muhteşem kar manzaralarından geçerek. Canlı bir tablonun içinde gibiyiz.
Dünya siyah beyaz olmuş ve renkli kalan tek şey bizlermişiz gibi. Şelaleye ulaşan ekip şen şakrak. İstanbul’dan sabah saat 6 da yola çıktıkları için onların öğle arası. Getirdikleri sandaviçleri şelaleye karşı yiyorlar.
Hepsi 15kmlik uzun yürüyüş için gelmişti ama biz geri dönerken bir baktık ekibin çoğu bizimle birlikte. Ekipteki iki liderden biri olan Kamil abi dönenlerin güvenliği için geri dönüyor. Bir kısım yürüyüşe devam edecek.
Dönüşümüz gidişimizden daha kolay oluyor. Fotoğraf çekmeye doyamıyoruz. Havanın mis gibi kar kokusu, buz gibi havası, manzaranın muhteşemliği hala gözümün önünden gitmiyor.
Oylat Kaplıcaları
Gelirken, termal kaplıcanın saat 4’te kapanıp temizlik için 7’ye kadar açılmayacağını öğrendiğimizden hızlı hareket ediyoruz. Oylat’taki oteller 3-4 günden aşağı rezervasyon kabul etmiyor. Özellikle haftasonları dışarıdan müşteri almıyor.
Belediyenin işlettiği yerin temizlik sebebiyle uzun saatler kapalı olacak olması, kapanmasına da sadece bir saat kalması hevesimizi kaçırıyor. Belediyenin yeri 5 lira. Kadın erkek ayrı. Tam bunları sorgularken belediyenin kaplıcasına bitişik, bir otelin aile havuzları olduğunu öğreniyoruz. Orada temizlik ve saat sorunumuz yok. İki kişi normal havuzlu oda iki saati 100 lira, jakuzili 125 lira.
Daha kalabalık aileler için kişi sayısı arttıkça fiyatlar odasına göre 20-30 TL artıyor. Sauna, buhar odası her şey var. Kredi kartı geçiyor. En sonunda kendimizi sıcak sulara atabileceğiz. Oylat kaplıcasında ki su hiç bir işlemden geçirilmeden içilebiliyormuş.
Oylat Adını Nasıl Aldı?
Oylat adını Tekfurun kızını tedavi etmesinden aldığı söyleniyor. Zamanında Tekfur’un kızı amansız bir hastalığa yakalanıyor ve en son buraya getiriliyor. Son günlerini yaşadığına inanarak “Ölyat” diyorlar ama Tekfur’un kızı buradaki şifalı sularda iyileşince bölge ün salıyor ve zamanla adı Olyat‘a dönüşüyor. Kaplıcanın şifası saymakla bitmiyor. Ayrıca içme kürleri de yapılıyor.
Normal de 2 saat olan süremiz, hava şartlarından kimsenin olmamasından dolayı esnek. Kimse bize dokunmuyor. Bir gün öncesinden kayakta tutulan kemiklerimin üstüne bir de şelale yürüyüşü ve soğuk eklenince bu sıcacık sular, saunalar, buhar odaları cennet gibi geliyor. Yunanistan’da gittiğim termalden sonra ülkemizde ki termal tesislerin gelişmişliği, hijyeni beni çok mutlu ediyor.
Bizden en az bir 20 yıl gerideler. Resepsiyonda sohbet ettiğimiz arkadaşlar arap turistlerden çok memnun. “Onların suyla işi yok, geliyorlar 15 dakika duş alıp çıkıyorlar. Talepkar değiller ama Avrupalı ya da Türkler sauna vs. her şeyi kullanmak istiyorlar” deyince bizi bir gülme alıyor. Her şeyi istemişim, kullanmışım. “O zaman biz gidelim” diyorum.
Sıcacık sulardan çıktık, binanın içi de çok sıcak ve dışarı da kar var hasta oluruz diye düşünmeyin. Kafanızı iyi kurutup çıktığınız da o soğuk hava mis gibi geliyor insana. Küçük çarşıda fırından kasaba, bakkaldan mayosuna her şey satılıyor. Kaplıcaların olduğu bölgede pideci bile var ama biz hava şartlarından çok geçe kalmak istemediğimizden fırından kocaman bir ekmek alıyoruz, kasaptan sucuk ve etler.
Hayatımda yediğim en güzel sucuk ekmek ve müzikler eşliğinde yola koyuluyoruz. Bir gün kayak, ertesi gün şelale yürüyüşü ve sonrasında ki termal bizi arınmış bir beden ve kafayla geri yolluyor. Kendi aracıyla gitmeyenler İnegöl’e ulaştıktan sonra, dolmuşlarla 15 dakika da kaplıca bölgesine ulaşabilirler.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?