Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
Geçen ay Kars gezim sırasında İshakpaşa Sarayı’nı ziyaretim ve orada bir taksiye binmem sonucu başlayan bu masalda en acemi benim sanırım. Nahçıvan’a gidicez ve Haça Dağı ‘na tırmanıcaz. Haça Dağı ‘na tırmanan ilk Türkler olucaz. Daha önce başka milletlerden de tırmanan olmamış Haça Dağı’na.
- Kars maceramı da okumak için tıklayın.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Iğdır’a Nasıl Ulaştım?
Pırıl pırıl güneşli bir havada öğlen vakti havaalanına ulaşıyorum ancak aksilik Atatürk havaalanında başlıyor ve uçuş iptal oluyor. Iğdır sisler altındaymış. Yetkililerin uçağı Kars’a götürme teklifi hiç değilse dedirtse bile akşamın o saatinden sonra nasıl Iğdır’a gideceğim sorusunu da beraberinde getiriyor.
Yolculardan birilerinin konuşmasına tanık olunca onlarla gidip gidemeyeceğimi soruyorum. Aldığım cevap evet olmasa işim hakikaten zordu ama yürüyerek bile olsa o Iğdır’a gitmeyi kafama koymuştum. Farklı farklı şehirlerden çıkıp tüm hava muhalefetine tüm zorluklara rağmen Iğdır’da bir otelde toplanmayı başardık. Benim için bir bilinmez, bir kara delik.
Nahçıvan’a Nasıl Geçtik?
Sabah erkenden kalkıp önce vize işlemlerimizi halletmek için Iğdır‘da bulunan konsolosluğa gidiyoruz. Pasaport işlemlerimiz kısa sürede sonuçlanınca hemen yola koyuluyoruz. İki fotoğraf ve pasaport veriyorsunuz, yarım saat sonra vizenizi alıyorsunuz. Vize ücreti vermedik.
Bu vizeyi bir gün önce almamız gerekiyordu ama biz bir türlü Iğdır’a ulaşamadığımız için sabaha kaldı. Acelemiz var yani. Konsoloslukta memurun yavaş olduğunu görünce şakayla karışık elimdeki eldivenle adamın koluna vuruyorum. “Çok acelemiz var, acil dağa tırmammız gerekiyor” diyorum. Adam gülüyor.
Gülen adam konsolosmuş sonradan öğrendiğime göre. Konsolosa vurmuşum. Tabi ki pasaportu almak için diğer arkadaşları gönderiyorum. Dilucu sınır kapısı Iğdır’a çok uzak değil. Topluca bindiğimiz bir minübüsle hiç tanımadığım insanlarla sınır geçiyorum.
Pek çok işlem defalarca pasaport kontrolü ve Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti‘ndeyiz. Hep şarkılardan duyduğumuz azericeyle tanışmam çok hoş bir anı benim için.
Akşam Nahçıvan Türk Konsolosumuz Nihat Erşen bizim için yemek daveti veriyor. Onurlanıyoruz, grurlanıyoruz. Çok güzel ağırlanıyoruz, hoş sohbetler içimizi ısıtıyor.
Haça Dağı’na Nasıl Ulaştık?
Dağcılar erkenden uyuyor. Çünkü sabah 5te kalkıcaz. Nahçıvan bize göre bir saat ileride. Sabah beşte kalkıp bizim için hazırlanan kahvaltı sonrası yoldayız. Kapkaranlık bir yolculuktayız. Nasıl bir bilinmeze gittiğimi bilmeden, bu karanlıkta nereye nasıl yürüyeceğimizi bilmeden gidiyorum. Kendimi hiç tanımadığım insanlara emanet ettim.
Sabah şafak sökmeye başladığında uzaktan tüm heybetiyle Haça Dağı gözüküyor. Her yer gölge ancak Haça’ya nasıl bir güneş vurduysa pırıl pırıl. Haça’ya tırmanan ilk Türk dağcılarız ve ben dağcı bile değilim. Bu masalım da dağa tırmanıyorum sadece o kadar. Deniyorum. Ne kıyafetim, ne halim, ne tavrım bir dağcı.
Gal Köyü‘nden başlayan yolculuğumuz zirvede son bulacak. Köyde 17 öğrenci 20 tane öğretmen var. 50 manat emekli maaşı. 1 manat 2 lira.
İlk başta kendimiz çıkacaktık ancak Gal köyünden Kerim abi düştü bizim önümüze ve de ne iyi yaptı. Bizim ayağımızda ki tam teşekküllü dağcı ayakkabılarına karşılık normal bir ayakkabıyla nasıl tırmandı, nasıl hiç of demedi, nasıl hiç nefesi tıkanmadı bilmiyorum.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte başladık yürümeye. İndik çıktık, çarşak dedikleri bastığınızda kayan taşlardan baya bir tırmandık.
Çoğu zaman emekleyerek çıktığım oldu. Duvar gibi kayalara ellerimle tutuna tutuna çıktığım oldu. Dağcılar ciddi, gergin, agresif. Onlarda bir bilinmeze gidiyor. Tırmanışımız 7,5 saat sürdü ama ne tırmanmak.
26 şubatı yaşıyoruz. Hocalı’da masum canların katledişini unutmadığımızı göstermek, unutmamak , unutturmamak için yollardayız. Teknik dedikleri bir hayli zor bir tırmanışmış bu. 7,5 saatin sonunda zirvedeyiz. Benim içim bir ilk.
O duvar gibi kayalık dağa nasıl tırmanacağımızın merakı, kendimle olan savaşımdan galip zirvede Ağrı Dağı‘nı seyrediyorum. 2426 metredeyiz. Aslında Haça’nın adı İlandağ.
Rivayete göre geminin altı ilk olarak suyun altında bir kayaya sürtünerek geçmiş. Hz. Nuh demiş ki “ne ağır dağdır”. Dağın adı Ağırdağ (Ağrı dağı) kalmış.
Ondan sonra yarıklı bir kaya parçasının da üzerinde geçmiş. Nuh yanındakilere demiş ki “inanın ki dağdır”. Buraya önce İnandağı denmiş sonradan İlandağı olmuş. Efsane böyle ve ben bu efsanenin tam ortasındayım.
Haça Dağı Zirvesi
Zirve yüksek, zirve yalnız ve grurlu. Bayrağımız, hocalı katliamı pankartlarımızla başarmanın azmin zaferi birbirine karışıyor. Başardık ve sesimizi herkes duyacak. Yukarı çıkarken susturmaya çalıştığım zaman zaman dile getirdiğim “ben burdan nasıl inicem” gerçeğiyle yüzyüzeyim ama çıkıştan daha kolay oluyor.
4 saatlik bir inişten sonra şafakla başlayan, gece karanlığında son bulan bir gün. Hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Son düzlükte artık bacaklarım beni çok zor taşıyor. Herkes iyi, herkes başarmanın mutluluğuyla araçlara doluşuyor.
Tarihte ilk defa Türk dağcılar Haça’ya tırmandı ve ben ordaydım. Onlarla birlikte ben de bunu başardım. Kimse daha önce tırmanmadığıma inanmasa da bu benim için bir ilkti. Normalde çıkamamam, kusmam gerekirmiş.
Sabah Nahçıvan‘ı gezmek üzere otelden ayrılıyoruz. Azerbaycan Tv’si bizi haber yapmış, ana haberlere bile çıkmışız. Türkiye’de 50 ayrı yere haber olmuşuz. Yani kısacası “BAŞARMIŞIZ”
Ashab-ı Kefh Yedi Uyurlar Mağarası
İlk durağımız Ashab-ı Kefh Yedi Uyurlar Mağarası. Burası Culfa kentinde ve Nahçıvan‘a bir saat uzaklıkta doğal bir mağara. Türkiye’den ve İran’dan çok fazla turist aldığı söyleniyor.
İnanç turizmi olarak Nahçıvan’ın en çok turist alan yeri burasıymış. Kur-an’da yer alan bu yer din açısından önemli bir ziyaret alanı.
Yaşlı bir teyze gördüm. Girişteki küçük bir mağarada ağlayarak dua eden, taşlara dokunan ve dönüşte ayakkabıları elinde çorapla inen. Her yer kar buz.
Burası kutsal bir mekan, dağ taş çok heybetli. Dilek tutacağınız yerler var. Dev kayalar öyle heybetli ki kadrajlara sığmıyor. Hava da sisli ve çok soğuk zaten. Bir sürü basamak var. Tırmana tırmana tepelere, mağaralara ulaşıyorsunuz.
NUH Peygamberin Türbesi
Daha sonra Nahçıvan Kalesine yani Köhne Kala‘ya gidiyoruz. Köhne Kala’nın Nahçıvan’daki en eki kale olduğu düşünülüyor. NUH Peygamberin Türbesi burada.
Türbenin duvarlarında Nuh Tufanı hakkında Kuran’dan alıntılar ve Haça Dağı’nda bulunanların fotoğrafları sergileniyor. Bizimde fotoğrafımız buraya asılacak demektir.
Nuh peygamberin türbesinde camekanlı bir bölüm var, orada olduğu düşünülerek üstüne bu türbe yaptırılmış.
Nahçıvan Şehir Merkezi
Nahçıvan Türkiye’ye göre çok ucuz. Bize göre ucuz ama onların kazancına göre pek ucuz olmasa gerek. Şehir oldukça düzenli görünüyor. Başkanlık binaları ve devlet daireleri geceleri ışıklanrılıyor. Görsellikleri de çok güzel oluyor.
Kaldığımız otel de bir hayli güzel. Gittiğinizde gayet modern bir şehir sizi bekliyor ama bir farkla. Nahçıvan bizden bir hayli sene geriden geliyor.
Avm diye küçük bir pasaj var mesela. En ünlü AVM burasıymış. Pazarları pek çok yer kapalı. Avm de de öyle.
En alt katında baharat çarşısı var. Gıda ucuz. Genelde Türkiye’den buraya alış veriş için geliyorlarmış. Alkol de çok ucuz. Gıdalarının üstünde yazan yazılar bizi bizden alıyor ama.
Ve Yurda Dönüş
Başarıp dönmek ne güzel bir duygudur. Başarının ardından o mutluluğu doyasıya yaşamak. Melek Bursa’dan gelmişti Iğdır’a, ben İstanbul’dan, Hülya Ankara’dan.Daha önce hiç görmemiştik, tanımıyorduk birbirimizi. Ama dağ tutkusu bizi birleştirdi.
Unutulmaz, kalıcı bir dostluğa imza attık Nahçıvan’daki kutsal Haça dağında. Başarının ardından şimdi dönüşe geçmeden önce doyasıya geziyoruz son bir kez daha İshakpaşa Sarayı‘nı. Herşeyi başlatan yerdeyim, yine yeniden.
Birbirimizden ayrılırken, başka bir etkinlikte buluşmak üzere dedik birbirimize. Bizler Haça’yı fetheden dişi arslanlardık. Başarının ardından mutluluğu, zafer sarhoşluğunu fazlasıyla hak ettik.
Herşey güzel giderken sisler altındaki Iğdır uçağımızın gelmesine yine izin vermiyor ve iptal mesajı alıyorum. Doğubeyazıt’tayım ve Bursa’ya giden bir otobüse biniyorum. Gerisi 25 saat kara yolculuğu, ölümüne bitmeyen uzun uzun yollar. Yine olsa yine yaparım.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?