Kurşunlu ve Çifte şelaleler, Su düşen Şelalesi’ne bir kaç gündür bakarken bir arkadaşım arayıp gidelim diyor. Evrene nasıl bir haber gönderdiysem gerçekleşmesi 24 saati buluyor. Yaz kış ne zaman olsa şelale dense yerimde duramam. Havalarda hafif ısınmaya başlayınca kendimizi Çınarcık da ki sayısız şelalenin yolunda buluveriyoruz.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
- Ballıkayalar Şelale maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Güzeldere ve Samandere Şelaleri maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Hacıllı Şelalesi maceramı da okumak için tıklayın.
- Oylat Şelalesi maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
İki günlük, hafta sonuna sığabilecek bu rotaya şelale sevenler bayılacak. Sabah yola çıkma planı, hava bulutlu olunca öğleni buluyor. Çınarcık’a geçmek için Topçular feribotunu kullanıyoruz. Gidiş dönüş 100 TL ödüyoruz. Dönüşü bir yıl içinde istediğiniz zaman yapabilirsiniz. Size verilen kartı ve bileti kaybetmeyin yeter.
Normalde evlerde ve kapalı alanlarda 100-200 adet cm3 te. bahçeler ve kırsal alanlarda parklarda yeşil oranına ve çoğrafyaya bağlı olarak. 500-1000 adet negatif iyon bulunur. Dağlar ve ormanlarda 5000 adete kadar çıkar bu rakam. Su kenarları, deniz, gö,l şelalelerde 10-15000 adet negatif iyon bulunur. Yalova’da ki şelale bölgelerinde suyun bol olduğu zaman 30.000 adete kadar çıkıyor. Bu ise tam bir doping etkisi yaratır ve bir çok hastalığın tedavisinde temel faktör olur. Yalova ve çevresi hava kalitesi açısından çok iyi. Özellikle Samanlı Dağları, yaylaları ve şelaleleri yüksek negatif iyon değerlerine sahip. Bu ise gerçek bir hazine .İnsan sağlığı için çok gerekli olan havanın vitaminleri dediğimiz negatif iyonlar olmazsa biz saksıda susuz kalmış çiçekler gibi solar, kururuz.
İnternette dolanırken karşıma çıkan bu bilgiler doğaya olan aşkımı, ruhumda ne zaman bir çalkantı olsa kendimi doğaya salışımı açıklıyor. Ben bilmiyordum tabi bu sebepleri ama her doğaya çıkışımda taşı toprağı sevip okşamadan, dokunmadan dönmezdim. “Doğa beni tedavi eder, yollar bana bakar” derdim. Meğer bilimsel bir açıklaması varmış. Boşuna sallamıyormuşum. Her doğaya çıkış sonrasında kendime reset attığımı söylerdim. Meğer doğruymuş. Hadi o zaman bol bol negatif iyon almaya ve resetlenmeye gidiyoruz.
Çiftlikköy Kara Kilise
Gideceğim yer için her zaman şöyle bir internette arama yaparım.Bu sefer yaptığım da Çiftlikköy civarında Kara Kilise adında eski bir yapıya denk geliyorum. Geçerken mutlaka görmeliyiz. Navigasyona yazmayın, yanlış yere götürüyor. Kara Kilise Yalova istikametine giderken deniz tarafında kalıyor. Topçular feribotundan indikten sonra Yalova istikametinde Çiftlikköy’e geldiğinizde Özdilek’ten sağa dönün.
Dümdüz gittiğinizde solda bir kahve göreceksiniz. İşte o kahvedeki emmimgillere sorduk. Bize yerini tarif ettiler. O kahveden sonraki soldan dönün, karakolu geçin, Başkent 1 sitesinin içinde bu Kara Kilise. Tarihi yapıların ve sit alanının üstüne site yapan ve otoparka çeviren başka millet var mı bildiğiniz? Site güvenliği sorunsuz sizi içeri alıyor.
Sol tarafa doğru yürüyünce sizi bir süpriz bekliyor. Etrafı binalarla çevrilmiş Ani Harabeleri’ndekine benzeyen bir yapı görüyoruz. Gerçekten çok güzel.Arkadaşım benden daha şaşkın. “20 senedir gelir geçerim. Basmadığım yer kalmamıştır. Bilmiyorum” diyor. Etrafına arabalar parkettiği için temiz bir fotoğraf almak çok zor oluyor. İçine çim ekmişler. Yemyeşil çok güzel gözüküyor. Etrafında apartmanlar var.
Böyle bir yapının hemen yanına nasıl bir site yapılmasına izin verilmiş, kim vermiş anlamak mümkün değil. Site güvenliğinin anlattığına göre bu kalan yapı aslında kiliseye gidenlerin toplandığı yermiş. Asıl kilise yıkılmış. Ne kadarı doğru bilemiyorum tabi. Ani Harabelerine benzeten bir tek ben miyim??
1097 yılında haçlı seferleri sırasında Latin ordularının bir kısmı İznik Yolundan geçerken bu belde içinden de geçmiş. Çiftlikköy, eski Roma İmparatoru Büyük Constantinus’in annesi Helena’nın doğduğu ve adını verdiği Helenopolis Şehri’nin bulunduğu yer olduğundan tarih açısından aslında önemli bir yer.
Yalovaya indikten sonra hep yanından geçip gititğimiz Çiftlikköy’e bakar mısınız hele. Bu site yapılırken, buralar kazıldıkça kim bilir neler çıkmıştır ve kazılmayan yerlerin altın da kim bilir nasıl bir tarih yatıyordur. Hava bir yağıyor bir açıyor. Bizde de nasıl bir şans varsa arabaya bindiğimiz an müthiş bir yağmur, inince damla yok. Şanslı olduğumu söylemiş miydim?
Çınarcık da Günbatımı
Akşam olmadan Çınarcık’a ulaşmak istiyoruz. Muazzam bir gün batımı varmış. Onu yakalamak istiyoruz. O kadar gezdiğim halde hiç Çınarcık’a gelmemişim. Ne tuhaf. Yalova’dan sonra Çınarcık tabelalarını takip ederseniz sizi götürüyor.
Tepeden öyle güzel bir manzarası var ki. Aşağılara inmeden mutlaka orada durup bir izleyin, bir fotoğraf çekin. Arkadaşım benim bu isteğimi anlamayınca biz geçip gidiyoruz. Oradan manzarayı izlemek hayal oluyor.
Çınarcık’ın eski sokaklarında dolanıp tepelere çıkıp yukarılardan bakıyoruz. Deniz uçsuz bucaksız gözüküyor. Aşağıya inip sahilden de yakalıyoruz günün son saatlerini. İnsanın içi huzur doluyor. Ertesi gün şelale yollarına düşüyoruz.
Teşvikiye Köyü’nü geçince Erikli Şelalesine giderken sağa değil de sola gidince yapay şelalelere ulaşıyoruz. Evet yapay bir şelale ama güzel. Yukarıda bir de gölet var. Suyun karşısı Zindan cafe. Motorcu olanlar anladı. Bir dönem motorcuların kahvaltı rotasıydı bu Zindan Cafe.
Erikli ve Çifte Şelaleler’e Nasıl Gidilir?
Sırada Erikli ve Çifte Şelale var. Çınarcık Teşvikiye Köyü’nü geçince sağa Erikli ve Çifte Şelaleler tabelasına sapın. Oldukça bozuk bir yoldan gidiyoruz. Daha sezon açılmadığı için yollar bir hayli bozuk. Toprak kaymış, yollar delik deşik, hatta yer yer yol kaymış ama ulaştığınız nokta buna değiyor.
Dikkat etmezseniz dört tekeriniz ayrı çukura düşebilir. Hal böyle olunca bir hayli yavaş gidiliyor. Bu da doğanın tadını çıkartmak ve hiç bir manzarayı kaçırmamak anlamına geliyor. Neyse ki benim minik kız bizi yarı yolda bırakmadı.
Vardığımız noktada gözlemeler yapılan bir restoran var. Oraya arabayı bırakıp geri kalan yolu yürümeliyiz. Asma bir köprüden Erikli Şelalesine doğru yürüyorum. Asma köprülere olan aşkımı bilmeyen var mı? Buraya daha önce de geldim ama köprü de bir fotoğrafım yoktu. Olmasın mı ama şu güzellikte?
Çok güzel ormanlık bir alandan yukarıya doğru kolay bir patika da ilerliyorsunuz Sağ tarafınızda dere size eşlik ediyor. Henüz havalar ısınmadığı için kimsecikler yok bizden başka. Hayal ettiğim huzur ve kafa dinginliği. Çok güzel bir yürüyüş yolundan sonra peş peşe iki kocaman şelale sizi bekliyor.
En fazla 15 dakika yürüdük buraya. Ciğerlerime çektiğim mis gibi hava, gürül gürül çağlayan sular… Yukarılara doğru ulaştığımız da çok sevimli merdivenleri tırmanın ve Kurşunlu Şelalesiyle tanışın. Debi oldukça yüksek. Kıştan yeni çıktık çünkü.
Bir kaç merdiven daha tırmanınca da Çifte Şelale tüm heybetiyle karşınızda. Senelerce önce burayı çok merak ettiğim için gelmiştik ama yanımdaki arkadaşım “hadi hadi” yaptıkları için ve yukarıda ki şelaleden haberimiz olmadığı için görmeden gitmişiz.
Ne saçma değil mi? Üst kat komşusu kadar yakın. Hadi hadi kelimesi kadar nefret ettiğim bir şey yok sanırım. Şelalelere karşı ayrı bir aşkım var. Anlatılacak gibi değil.
Şenköy Koca Çınar
Bir sürü fotoğraf çektikten sonra biraz oturup su sesleri içindeki sessizliği dinliyorum. Mis gibi havayı ciğerlerime çekiyorum. Ayrılmak kolay olmadı.. Bugün daha yapmak istediğimiz şeyler var.
Onun için kalkıyoruz ve bozuk yollardan kıvrıla kıvrıla tekrar aşağıya iniyoruz. Yolumuzun üstünde bir köyden geçiyoruz. Adı Şenköy. Kocaman bir çınar var. İçi oda gibi. İçine girip çıkıp fotoğraf çekiyoruz. Dediklerine göre bir zamanlar bir köfteci buraya yerleşmiş. Zor çıkartmışlar.
Sudüşen Şelalesi’ne Nasıl Gidilir?
Sudüşen Şelalesi‘ne gitmek için önce Yalova’ya bağlı Termal‘e ulaşmak gerekiyor. Oradan da Üvezpınar tabelasını takip edin. Yol da bir yerlerde tabela var ama bence yeterli değil.
Buranın yolu da Çifte Şelaleler yolunu aratmıyor. Hatta daha berbat. Sis bulutu manzaraları eşliğinde kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Müziğimizse Sonbahar Fiminin müzikleri. Hey gidi Karadeniz’le başlayan bir müzik şöleni. Ortama çok uyuyor. O filmin içine düşüvermiş gibiyiz.
Yol manzarası öyle güzel. Termal’e 8 km uzaklıkta ki Sudüşen Şelalesi’ne giriş ücretsiz. Bir tane cafe yapılmış. Yemek de var sanırım. Erikli Çifte Şelale de nasıl hiç kimse yoksa burası da bir o kadar Arap turist barındırıyor.
İnsansız fotoğraf çekmekte biraz zorlansakta, şelalenin şiddetinden ıslansakta gördüğümüz manzara hepsine değdi. O kadar yüksekten dökülüyor ki su üstümüze toz gibi yağıyor. Islanıyoruz ama anlamıyoruz. Arkadaşım şelaleye geçiş için konulan merdivenli geçişin yeni olduğunu söylüyor.
Eskiden yokmuş. Geçiş kolay ama doğayı biraz bozmuş sanki. Üstüne de bir platform yapmışlar. Oturup çay çorba içilebilsin diye sanırım. Artık akşam olmak üzere.
Yalova Termal
Bölgeden ayrılmadan son olarak sıcacık termal sularda yüzmek istiyorum. Yalova’nın termallerini duymayan yoktur. Ben de öyle ama bir türlü gelememiştim. 4000 yıllık tarihiyle sit alanı ilan edilen alanda pek çok tarihi eser var. Hamamlar bile tarihi eser. Kocaman kapısı olan yemyeşil bir alanda serpiştirilmiş hamam, havuz ve çeşitli banyolardan oluşan bir yer.
Atatürk zamanında burayı keşfedince buraya otel yaptırtmış. Pek çok ağaç diktirmiş. Ağaçların üstünde ne oldukları ve yaşları mevcut. Aracınızla 7 lira verip içeri girebilirsiniz. Araç için çok yer yok ama. Önce etrafta biraz dolaşıyoruz. Yemyeşil alan çok hoşumuza gidiyor. Çeşitli banyolar var.
Üşenmeyip ayak banyosunu deniyorum. Tünel gibi bir yerin altından su geçiyor. Ayağınızı suya sokmanız gerekiyor. Buz gibi bir derenin içinde kaynayan sudan ısınan kayaya dokunmak mümkün değil. Oradan çıkan su kaynar, taş alev gibi, etrafındaki su buz gibi. Çok acayip.
Bir de bu soğukta bir elektrikli soba karşısında tir tir titreyen papağanlar var. Biz 20 lira verip bir fotoğraf çektiricez diye tropikal hayvanlar bu soğukta elektrikli sobayla ısınıyor. Sudüşen Şelalesi’n de de vardı papağan. İçim acıdı hallerine.
Yalova Termal, Açık Havuz
Göz banyosu ayak banyosu derken sıra termal sularda yüzme kısmına geliyor. Biz biraz geç gittiğimiz için çoğu kapalı. Benim gözüm zaten açık havuzda olduğu için sorun yok. Hamamlar değişik fiyatlarda. Salı perşembe Sultan Hamamı’nın halk günüymüş. Sabah 7,30 akşam 10,30 saatleri arasında açık. Açık havuz 40 lira. 3 saat kalabiliyorsunuz.
38 derece sıcaklığı var havuzun. Dışarısı buz gibi olsa da buharlaşan su sizi üşütmüyor. Sıcak suları sevmeme rağmen bana bile çok sıcak geldi. Açık havuzun kapalı olan bölümleri de var. Havlu istemezseniz vermiyorlar. Siz isteyin. Soyunma kabinlerinin kapıları kilitlenemiyor. Eşyalarınızı orada bırakıp çıkmanız gerekiyor. Kadın erkek karışık olduğu için çok rahat edemedim.
Asıl şifalı dedikleri kapalı havuza girmek mümkün değil. Sadece erkek var içeride, tek kadın yok. Hamam kısmı da öyle. Çok fazla arap var. İçeride hiç rahat edemeyince “zaten açık havuz istiyordun” deyip kendimi havuza atıyorum.Buraya 15 günlük gelenler var tedavi amaçlı. Pek çok şeye iyi geliyor.
Otel fiyatları çeşitli. Arayıp öğrenmekte fayda var. Havuz da orada kalanlarla sohbet ediyoruz. Genelde 60 yaş civarı bir kitlenin yanın da çocuklu aileler de vardı. Ben buz gibi havada sıcak suların içinde su balesi yapıyorum. Fazla hareket etmemek gerekiyor. İnsanın kalbi sıkışıyor. Fazla uzun kalmak da iyi değil. Gitme zamanı gelince hazırlıklar başlıyor. İçerisi adam kaynadığı ve rahatsız edici şekilde baktıkları için duş alıp kaçasım var.
Onda bile kapıda bekleyip rahatsız ediyorlar. Saç kurutma makinaları var. Her şeye rağmen iki günümü çağıl çağıl sularda ve finalini de sıcacık sularda yaptım. Pamuk gibi oldum. Acıkan karnımızı Köfteci Yusuf’a emanet edip yavaştan evinizin yolunu tutuyoruz. Küçük bir kaçamak daha son buluyor.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?