Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
Uşak köklü kültürü, doğal güzellikleri, sıcakkanlı insanlarıyla görülmeye değer birçok güzelliğe ev sahipliği yapıyor ve insanı kendine çekiyor. Özellikle Uşak ’ta Amerika’daki Grand Kanyon’dan sonra dünyanın ikinci en büyük kanyonu Ulubey Kanyon’u bulunuyor, hatta Türkiye’nin ilk hidroelektrik santrali de burada… Hayatımın belki de en mutlu zamanlarında İzmir’de arkadaşlarımın yanındayken aldığım bir telefonla kendimi otogarda buluverdim ve Uşak için yollara düşüverdim.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Bir Küçük Uşak Hikayesi
Daha bir ay önce Mısır’da dalarken tanıştığım Uşak’taki arkadaşlarımı görmeye gidiyorum. Akşam saati vardığım Uşak otogarından arkadaşım beni almaya geliyor. Şeker fabrikasının lojmalarında kalıcam. Girişteki güvenliğin hemen ardında ki tepe pancar aslında. Mükellef bir sofrayla karşılanıyorum. Meşhur Uşak tarhanasıyla ilk tanışmam. Mısır’da yarım kalan muhabbetlere Uşak’ta devam ediyoruz. Arkadaşlarımı görmeye gelmiştim ama bana Uşak’ı anlatmaya başlayınca gezme görme dokunma isteğim hemen devreye giriyor. Aracım yok, hafta içi, arkadaşlarım çalışıyor ve toplu taşımayla her yere gidilemiyor. Erol Hocam bana bir arkadaşını ayarlayabileceğinden bahsedince çok mutlu oluyorum. Şeker fabrikasının iki katlı evinin ahşap merdivenlerinden çıkarken öyle mutluyum ki. Sabah gözümü bir açıyorum, kar yağmış. Her yer bembeyaz. Sıkı sıkı giyinip kendimi bahçeye atıyorum.
- Mısır maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
Ulubey Kanyonu
İki katlı lojman evleri bahçeye serpiştirilmiş oyuncak evler gibi. Abdullah beyi beklerken pancar tepelerinin ve bahçenin fotoğraflarını çekiyorum bol bol. Abdullah bey Uşak milletvekilinin danışmanı. İlk önce “Ulubey Kanyonu’na gidelim” diyor. Daha önce adını duyan var mı? Bu kanyon Amerika’da ki Grand Kanyon‘dan sonra dünyanın ikinci en büyük kanyonuymuş.
Ulubey çayı ve Banaz çayı boyunca devam eden bir büyük kanyon ve bu kanyona bağlı daha küçük pek çok kanyondan oluşuyormuş. 45 kilometre uzunluğu ve 170 metreye varan derinliğiyle dünyanın 2’ci en büyük kanyonu. 2015 de Turizme açılmış ama Dokuzsele deresine akan fabrika atıklarından ve kirlilikten tam manasıyla değerlendirilemiyor. Düşünebiliyor musunuz? Amerika’da ki Grand Kanyonu herkes biliyor, burayı kimse bilmiyor. Onu parlatacağımıza bir de kimyasal atıklarla kirletip içine girilmez hale getiriyoruz.
Uşak Dörtyol’dan gün boyu kalkan dolmuşlarla gidilebiliyor. Biz kendi aracımızla 15 dakika sonra kanyondayız. Giriş 3 lira. Cam bir terasın üstünde altınız boşlukta yürüyorsunuz. Hava buz gibi ve rüzgarlı ama bence hiç de önemli değil. Nasıl fotoğraf ve video çekeceğimi şaşırıyorum. Rüzgardan da uçuyorum. Manzara inanılmaz. Cam terasın orada bir kafe var. Kanyona karşı çayınızı içebilir, bu doğa harikasını belleğinize kazıyabilirsiniz.
Clandıras Köprüsü
Sırada Clandıras Köprüsü var. Bu ismi aklımda bir türlü tutamayıp devamlı “adı neydi?” deyip duruyorum. Karahallı ilçesinden geçiyorsunuz ve 45 dakikada ulaşıyorsunuz. Normalde burası bir mesire alanıymış ve çok kalabalık olurmuş. Ben bu terkedilmiş halinden memnunum. Bizden başka kimse yok. Hava buz gibi.
Burada Türkiye’nin ilk hidro elektrik santrali var ve hala çalışıyor. Santralden atılan sular bir kanalla köprünün arkasından Banaz çayına şelale gibi dökülüyor. Köprü Frigyalılar zamanında yapılmış ve ne amaçla yapıldığı bilinmiyor açıklamalarını okuyorum. Köprüler karşıya geçmek içindir diye düşünüyorum.
Son yıllarda kilit taşındaki oynama sebebiyle betonla onarılıp, orjinalliği bozulsa da, hala dimdik ayakta ve çok güzel. Daha önce trekingci arkadaşlarım Ulubey kanyonunun içinden Clandıras köprüsünün olduğu yere yürüdüler ama bulunduğum mevsim buna çok uygun değil. İlk bahar veya sonbaharda burayı mutlaka yürümeliyim. Hava buz gibi ve akşam olmaya başladı.
Kuladokya
Arkadaşlarımla buluşuyorum. Beni Uşak’ın meşhur konaklarından birinde yemeğe götürüyorlar. Konağım Restoran‘ın yemekleri ve ambiansı muhteşem. Ertesi gün yolcuyum. Arkadaşlarım beni uğurlamak için otogardalar ama daha görmem gereken yerler olduğunu düşünüyorlar. Neden biletimi bu kadar erkene aldığımı sorgulayıp bana fotoğraflar gösterip “akşama git” diyorlar. Yoldan çıkmaya her daim hazır olan ben otobüs kalkmadan beş dakika önce biletimi geceye alıyorum. Abdullah bey olmasa yapamazdık tabi. Bu sefer dört kişi güle oynaya yollardayız. İki gün önce Kapadokya‘yı özledim demiştim ve karşımda Kuladokya’yı görüp başımı göğe çeviriyorum. Beni duyan birileri var ve Kapadokya olmasa da benzeriyle beni mutlu ediyor. Kuladokya Manisa yolunda. Eğer Ankara’dan İzmir’e kara yoluyla gitmişseniz zaten yanından geçmişsiniz. Toplu taşımayla buraya gitmek zor. Özel aracınız olmalı.
Buradaki peri bacalarındaki oluşumlar hala devam ediyor. Yüzyıllar içerisinde burası da bir Kapadokya olacak. Aynı oluşumları geçen sene trenle Kars’a giderken Erzurum’da görmüştüm. Memleketi periler sarmış haberimiz yok. Burası Türkiye’nin tek, dünyanın 58. jeoparkı. Bir kaç yıl önce de Unesco tarafından onaylanmış. Kapadokya’da ki başka bir gezegende olma hissi burada da oluyor. Film platosu gibi. Volkanik bir bölge olduğu ve siyah taşlarından dolayı yanık ülke deniyor. 720 metrelik bu yanardağın tepesinde bir krater ve antik kalıntılar varmış. Şimdiden buraya çıkmak için birilerini organize etmeye başladım bile.
Taşyaran Vadisi
Asıl benim merak ettiğim, fotoğraflarına aşık olduğum Taşyaran Vadisi. Bir doğa harikası olan yere tabelalara göre gidebiliyosunuz. Biz ilk düzlüğüne arabayı parkedip yürümeyi tercih ettik. Yürüdükçe geçtiğimiz manzaralar anlatmakla olacak gibi değil. Tepelerden aşağıya baktıkça kanyonun içini görebiliyorsunuz. İki dağın arasının kaç metre oyuk olduğunu tahmin edemem ama en az 25 katlı bir bina kadar bence.
Bölgeyi bilen birisi olmadan gitmek tehlikeli olabilir. Biz mevsim itibariyle kanyonun içinden geçmedik. Kenarından yürüdük. En sonunda ulaştığımız yerde ki manzarayı, kayaların oluşumunu, suyun gücünü unutmam mümkün değil. Başka bir dünya, başka bir gezegen. Belki başlı başına bir yazı konusu.
Tam kara kışta bu su buz tutuyormuş, cam gibi oluyormuş ve üstüne çıkıp alttan akan suyu izleyebiliyormuşsunuz. Uşak’a hangi mevsim kaç kere gelmem konusunda kafam hayli karışık. Bu duruma göre her mevsim gelmeliyim. Ulubey Kanyonu için geç, Taşyaran Vadisi için erken gelmişim bu durumda ama bu halini göremezdim o zaman.
Aslında bizim kadar yürümeden de araçla daha yakınlarına kadar gelinebiliyor ama yürüyün, pişman olmazsınız. Aşağı girişine piknik masaları konmuş. Umarım diğer keşfedilen yerler gibi mahvolmasına izin verilmez. Sportif amaçlarla kullanılır, mangal dumanına boğulmaz. Eğer başına öyle bir şey gelirse kendimi sorumlu hissederim. Sadece bir arkadaş ziyaretiyle başlayan ama benim için yeni keşiflerle sonuçlanan, yükseklik korkumun üstüne üstüne gidip yok saydığım, süprizlerle dolu bir küçük Uşak hikayesi çıktı ortaya. Yanımda Uşak tarhanam ve anılarımla tekrar görüşmek üzere Uşak…
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?