Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
‘’Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik’’ der masalda. Biz de öyle gittik. Bu Kenya ‘ya gitme özlemi nereden başladı, neden başladı hiç bilmiyorum ama Kenya beni çağırdı. Nisanda bir denedim olmadı. Temmuz da kendiliğinden geliverdi önüme. Ben de gidiverdim. Bu sefer bir kaç ay beklemem gerekti. Dalıştan arkadaşlarım bayram tatili için Kenya, Zanzibar planı yapmışlar. Zaten ben de sadece Kenya’ya gitmek istemiyordum. Gitmişken Tanzanya Zanzibar’a da gideyim istemiştim. Çok ballı olduğumu söylemiş miydim?
- Kenya’ya gitmeden önce yapmanız gerekenleri okumak isterseniz tıklayın.
- Masai Mara National Park safari maceramı da okumak isterseniz tıklayın.
- Masai Mara yerlilerinin köyüne ziyaret ettiğim maceramı da okumak için tıklayın.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Kenya’ya Nasıl Gittik?
Biz Qatar Airways’le Doha aktarmalı uçuyoruz. İki saat aktarma zamanımız var. Bu tür aktarmalı uçuşlarda ilk uçuş yerinden binmezseniz diğer tüm uçuşlarınız yanıyor. Qatar Airways’te devamlı çıkan seçenekli sıcak yemekler çok lezzetli. Yemek zamanı uçağı bir yemek kokusu sarıyor ama rahatsız edici değil, hatta özendirici. Ekip son derece güler yüzlü.
Atatürk havalimanında güle oynaya bindiğimiz uçağımız 4 saat sonra Doha‘da. Gerçekten muhteşem bir havaalanı. Uçaktan inme diğer uçağa yürüme, bilet vs derken iki saati anlamıyoruz bile ve Nairobi için uçaktayız. Artık ne düşündüysem, yanımda 600 sayfalık tuğla gibi bir kitap var.
Arkadaş da beni acil uçuş kapısındaki koltuğa oturtunca, koltuk da asla kımıldamayınca, ben de geri kalan 6 saatlik uçuşu okuyarak geçiriyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde pencereden dışarı bakınca ayı ters görüyorum. Daha önce hiç bu şekilde görmedim. “Bahar bu sefer hakikaten gittin ama ne gittin” diyorum.
Gece bir civarı Nairobi’nin konteynır havaalanına giriyoruz. Bizim indiğimiz kontuar öyleymiş aslında. Dönerken gördük ki kocaman bir havaalanı var ama ne giderken ne dönerken biz bu havaalanına giremedik.
Kenya vizesi kapıda 50 dolar karşılığı alınabiliyor. Yeşil pasaportlular ayrı bir sırada vize ödemeden giriyor. Bizden önce giden bir kafile var. Onlar bizi almaya gelmiş. Kenya uzun süre İngiliz sömürgesi olarak kaldığı için İngiliz kültürü çok fazla yerleşmiş bir yer. Direksiyon bile sağda mesela.Otelimiz havaalanına pek yakın değil. Güzel bir otel de değil. Sıcak su yok ve ben soğuk suyla duş alıyorum.
Neden? çünkü üç günlük bir safariye çıkıcaz ve duş alma imkanım olmayabilir. Büyük beşliyi görmeye gidicez. The Big Five. Afrikanın keşfinde, beyaz adam geldiğinde avlanmaya çıkmış ve en zor yakalanan bu beş hayvanların peşine düşmüş. Aslan, fil, bufalo, leopar, gergedan. İsmi de öyle kalmış. Neyse ki şimdilerde avlanmak yasak.
Dediklerine göre İstanbul trafiğini aratmayacak bir trafik varmış gündüz. Bana hiç denk gelmedi. Şanslı olduğumu söylemiş miydim?
Graffe Center ve Zürafalar
Kenya‘da sabah kahvaltısında tavuk, kuru fasulye benzeri sıcak yemekler çıkıyor. Bir de tost ekmeği, yumurta, ananas gibi şeyler. Tabiki ikinci seçeneği kullanıyorum. Biraz aç kalıcam sanırım buralarda. Şimdi olsa o sıcak yemekleri de denerdim kahvaltıda. Ön yargılı olmamak lazım aslında.
İlk durağımız Graffe Center. Umbrella Acacia Tree denilen buraya has ağaçları yakından görebilmek, bu ağacın yapraklarını yiyen zürafaları izlemek masal gibi. En sevdiğim hayvanlar zürafalar. Gülen yüzlerine, beneklerine kurban olsunlar. Burası zürafa yetiştirilen bir yer. Gezginlerle bir turda olduğumuz için ve her şey önceden ayarlanmış olduğu için giriş için ücret ödemedik biz. Bizimle birlikte biraz kalabalık oldu burası. Herkes zürafalara hücum etti.
Bir bakıcı zürafa yemini iki dudağının arasına koyup zürafayı böyle besleyince dayanamıyorum ve defalarca deniyorum. Her defasında yemeyi başarıyor. Harika fotoğraflarım ve gifler ortaya çıkıyor. Burada hediyelik eşya satışı da var. Daha yolun başındayız alırız başka yerden diye düşünmek Afrika için pek geçerli değil.
Beğendiğiniz ne varsa almalısınız. Bir daha rastlama şansınız olmayabilir. Genelde satılanlar el ürünü ya da o bölgeye ait olduğu için başka yerde aynısından bulamıyorsunuz. Hala Graffe Center‘da almadığım oraya özgü örtüler rüyalarıma giriyor.
Range Rover’larımıza binip yola koyuluyoruz. Kenya’nın bozkırlarına gidicez. Bu taraflarda kırsal iklim söz konusu. Kenya’da safari için turlar düzenleniyor. Kendi başınıza gidemiyorsunuz. Her şey tura dahil. Siz bir şeyle uğraşmıyorsunuz. Yolda bir yerde yemek yiyoruz.
Basit açık büfe şeklinde. Hayatımda içtiğim en lezzetli çorbayı burada içtim sanırım. Yemeğin üstüne bir kase daha içtim ama ne içtiğimi bilmiyorum gerçekten. Sormak aklıma gelmemiş. Yolun yorgunluğu ve ben neredeyim şaşkınlığından olsa gerek.
Dünyanın En Uzun Fay Hattı Rift Valley
Rift Valley‘deyiz. Dünyanın en büyük fay hattı Rift Valley, engin bir coğrafi ve jeolojik şekil. Bir gün büyük bir depremle Afrika‘nın doğusunun kıtadan ayrılacağı düşünülüyor.
İsrail’den Mozambik’e kadar 9600 km uzunluğunda olan vadinin genişliği otuz ile 100 kilometre arasında değişiyormuş. Derinliği ise birkaç yüz metreden binlerce metreye değişiyormuş. Adı kâşif John Walter Gregory’den gelmekteymiş. Üstündeyken tedirgin olmamak mümkün değil.
Bir seyir terasından uçsuz bucaksız topraklara bakıyorsunuz. Bir kaç baraka da hediyelik eşyalar satılıyor. 40 dolar dediği şapkayı 5 dolara alıyorum. Pazarlık şart bu topraklarda.
Lake Naivasha, Göl Safarisi
Yol neredeyse bütün gün sürüyor. Akşam saatlerine doğru Lake Naivasha’ya ulaştık sonunda. Burada bir göl safarisi yapıcaz. Bize can yelekleri giydiriyorlar. Hava artık biraz serince. İç kesimlerde karasal iklim hakim. Hipopotamları ve akbaşlı kartalları görücez. Kanoların içindeyiz.
Devrilsek, suyun soğukluğunu geçtim her yer hipopotam ve başka bir sürü şey dolu. Hipopotam dünyada ki en ölümcül hayvanlardan. Düşmeyi hiç istemeyiz. Bizim düşmek istemediğimiz suyun içinde neredeyse boynuna kadar suların içinde olan balıkçılar vardı yalnız.
Kano rehberimiz havalara balık attıkça akbaşlı kartallar kapıp duruyor ama çok da istekli değilller. Anlaşılan biz gelinceye kadar bütün gün bu şovu yapmışlar ve yemekten çatlamışlar. Hayatımda ilk defa hipopotam gören ben bir masalın içinde gibiyim.
Masalda hissedebiliyorum yalnız. İnce giyinmişim. Donuyorum. Kano rehberimiz bana rüzgarlığını verince rahatlıyorum. O kadar kocaman ki can yeleğimle birlikte giyince bile hala bol.
Safari sonrası oradaki maymunlarla oynuyorum. Çok yakınıma kadar geliyorlar. Yakınıma kadar gelse de dokunmak mümkün olmuyor. Aslında karşılıklı olarak ikimizde birbirimizden çekiniyoruz.
Muhteşem bir gün batımı yaşıyoruz. Her şey çok masalsı. Orada olduğum ve bunları yaşıyor olmama hala inanamıyorum. Rüzgar ılık ılık, biraz da olsa ısırarak tenime dokunmasa, saçımla oynaşmasa bir rüyadayım sanabilirdim.
Akşam otelde alınan yemekten sonra uyumaya çekiliyor herkes. Ben lobi de internette gezinmeyi tercih ediyorum. Açık olan tüm tvlerde National Geograik’in Afrika belgeseleri açık hep ve ben o belgeselin içindeyim.
Lake Nakuru Safari
Sabah erkenden Lake Nakuru’da ki Lake View Estate kapısındayız. Yine bir göl ama bu sefer karadan bir safari yapıyoruz. Burada yaşayan hayvanlarda insanlarda çok şanslı. Her yer yemyeşil ve bol su var.
Bir sürü impala görüyoruz. Maymunlar her yerde zaten. Ve bir ara bir gergedan görüyoruz. Bir hayli uzakta yalnız. Profesyonel bir kameram yok. Zaten daha safarimizin ilk günleri nasılsa görür de çekeriz dediğimiz gergedanı ilk ve son görüşümüz oluyor ama fotoğrafı yok. Olsun. Önemli olan görmüş olmamız.
Flamingoların gölüne gidiyoruz. Çok uzaklarda birkaç tane var ama dürbünle bile çok net görmek mümkün değil. Bu arada yeri gelmişken yanınıza mutlaka dürbün alın. Rehber de bir tane oluyor genelde ama o kadar kişi sıra beklemeniz gerekecek.
Ekvator Çizgisi, Dünyanın Tam Ortası
Araç rehberlerimiz kişi başı 5 dolar verirsek bizi Ekvator çizgisine götürebileceğini söyleyince gidip gitmemeyi tartışıyoruz. Bunun nesi tartışılır bilemiyorum. Tabi ki gidicez. Ekvator çizgisinin olduğu yerde barakalar kurulmuş. Her birinde çok değişik Afrika’ya has ürünler satılıyor.
Bizim aracımız her zaman ki gibi en son giden araç. Nereye gidersek gidelim en az kalabilen biziz. Geç gitsek de aynı anda hareket ediyoruz. Bir yarım saatim daha olsaydı oradan çok güzel şeyler alabilirdim. En ucuz yer orasıymış aslında.
Bir kadın bize su deneyi yapıyor. Çamurlu bir su dolu çanaktaki tahta parçası bir adım sağa geçince sağa bir adım sonrası sola dönüyor. Tam çizginin üstünde ise hareketsiz kalıyor. Kitaplardan okuduğumuz şeylerin gerçekleriyleyiz.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?