Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazımın daha detaylı hali
Doğu Karadeniz mevsimi hep yaza denk gelen sezonuyla es geçtiğim bir rotayken bir anda kendimi Karadeniz yollarında buluverdim. Her şey normal bir geziydi başlangıçta ama Karadeniz’e aşık bir insan olarak döndüm. Fotoğrafçı bir grupla beraber hiç tanımadığım insanlarla başlayan yolculuğum bir masala dönüşüverdi. Gitmeyenin anlayamayacağı bir maceraydı.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Doğu Karadeniz Yolundayım
İstanbul’dan Samsun‘a kara yolculuğu yaparak ulaştık. Samsun’da Atamızın Bandırma vapuru ve evi görülmeye değer. Ardından Ordu Boztepe‘ye çıktık. Şehir merkezinden bir teleferikle çıkıyorsunuz. Çatıların üstünden yapılan yolculuk çok eğlenceli gerçekten. Gidiş dönüş bilet 10 lira tek yön 6 lira.
Ben tek yön alıyorum. Aşağıya yamaç paraşütüyle inmeyi planladım ama bu hayal olarak kalıyor. Çok fazla sis var. Bizde fındık topluyoruz. Giresun’da konaklamayı düşündüğümüz için hızlıca gidiyoruz. Burada kendimize balık ziyafeti çekmeden olmazdı.
Otelimize dönerken taksicinin kaybolması benim kendimi hala Ordu’da sanmam Giresun’da olduğumuzu öğrenmem ayrı bir hikaye. Bütün gece yol almak bir günde üç şehir gezme temposundan olsa gerek.
Sabah Giresun kalesinin muhteşem manzarasından sonra şoförümüzün tavsiyesiyle Trabzon’un köylerine çıkıyoruz. Yemyeşil çay bahçeleriyle ilk buluşmamız. Çay toplamayı öğreniyoruz.
Uzungöl
Sonra Uzungöl’e doğru yol alıyoruz. Karadeniz’de en bilinen noktalar bunlar. Uzungöl tam bir hayal kırıklığı oluyor.
Okumuştum ancak bu kadarını tahmin etmiyordum. Gölü komple çevirmişler. Araçlardan park yeri bulmak çok zor. Her yer de arap turistler var.
Her şey arapça. Lunapark bile var. O kadar çok insan var ki. Restoranlar pahalı, ilgisiz. Uzungöl’ü tepeden gören yerde duramadık. Yağmur yağıyordu ve hava kararmak üzereydi.
Ayder Yaylası
Fırtına Deresi kıyısından, tarihi köprülerinden, tepelerini göremediğimiz yemyeşil dağlarından, o dağların arasından gözüken evlerinden geçerek ilerliyoruz, fonda Karadeniz türküleri var tabi ki.
Sırada meşhur Ayder Yaylası var. Yolda Karadeniz’in meşhur yağmuruyla tanışıyoruz. Bu şekilde yağmaya başlayıp sel basması an meselesi olurmuş. Karadenizli şoförümüz Süleyman abi çok endişelenmiş ama neyse ki bir şey olmuyor.
Gece yarısı ulaştığımız Ayder bizi canlı Karadeniz müzikleriyle karşılıyor. Asansör yok. Teleferikle bavul taşıyan bir otelde konaklıycaz. Gecenin bir yarısı geldik. Çantamı bıraktığım gibi Karadeniz müziklerinin kollarına bırakıyorum kendimi.
Oralara gidene kadar hiç merakım yoktu ama orada başka bir şey dinlemek mümkün değil. Havası suyu bunu gerektiriyor. Ayder’i hiç durmadan yağan yağmuru altında türküleriyle hatırlıycam.
Sabaha karşı yatıp saat 6’ya saati kurup kalkıyorum. Şelaleyi fotoğraflıycaz ama sabah kalkıp penceremden görüp fotoğrafını çekip yatıyorum. En büyük pişmanlığım bu olsa gerek.
Sonradan çekilen fotoğrafları görünce pişman olmamak elde değil. Sabah kendimi Ayder Yaylası’na salıyorum. Evlerin arasından geçerken bir teyzem bana bakacak diye örgü yumağını düşürüyor.
Tam filmlerdeki gibi. Oraya gitmeden önce otantik giysilerin film, dizi icabı giyildiğini düşünürdüm. Hiç de değil. Kıyafetleri, yemyeşil yaylaları, evleri, şiveleri, her daim komik sohbetleriyle her yer film platosu gibi. Ayder’de fazla şehirleşmiş, ticari olmuş.
Palovit Şelalesi
Asıl gün bugün. Yemyeşil dağların arasından gürül gürül çağlayarak akan deli sular. Manzara inanılmaz güzel ve etkileyici. Burası Palovit Şelalesi.
Bir kütüğün içine yapılan merdivenden şelaleye iniyorum ve yaklaşabildiğim kadar yaklaşıyorum suya. Palovit Şelalesiyle buluşup sularında ıslanıyorum. Üstümde kuruyor tabi.
Yeterli zamanımız olmadığı için suda yüzme şansım olamadı ama ıslanmak bile yetti. Bugüne bir de Pokut Yaylası ekledik çünkü.
Zil Kale
Zil Kale Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde. Denizden 750 metre yükseklikte. Aşağılarda Fırtına deresi akıyor. Ondan da 100 metre yükseklikte. Çok uzaktan bile muhteşem Zil Kale‘yi görebiliyoruz. Müze kartı geçerli değil. Burası lazların hac yeriymiş.
14cü yüzyılda inşa edilmiş. Trabzon İmparatorluğu tarafından yapılan kale Osmanlı zamanında askeri amaçla kullanılmış. Binada bulunan verilerden zamanında dört katlı olduğu düşünülüyor. Her yayla çıkışı buraya uğrayıp kalenin tepesinden aşağıda deli deli akan Fırtına deresine bakmadan geçmezlermiş.
Sal ve Pokut Yaylası
Sonra Sal Yaylası ve Pokut Yaylası için başka araç kiralıyoruz. Yol öyle bozuk ki. Araçta zıplaya zıplaya yolculuk yapıyoruz ama asla aynı yere konamıyoruz.
Her şeye rağmen çok gülüp eğleniyoruz. Sal yaylasında Kadir abi karşılıyor bizi. Eskiden orada düğün yaptıklarını anlatıyor ama sisten nasıl birbirlerini göreceklerini düşünüyorum.
Bizi Pilunç Çay evine götürüyor. Gerçek süt içip, o sütten yapılan sütlaçlardan yiyoruz. Sobasında ısınıp sohbetleriyle mutlu oluyoruz.
Kadir abi bizi Sal yaylasıyla Pokut yaylasının arasını Kaçkar Dağlarında yürüyerek gitmeyi öneriyor. Hayatımın en güzel yürüyüşüydü sanırım. Bir saat önce sıcaktan kendimi Palovit Şelalesine atmışken şimdi buz gibi havada yağan çiğin ve sislerin içinde Kaçkarlardayım.
Çiğden ıslanıyorum bu seferde. Pokut bize bulut denizlerini göstermiyor ama mis gibi hava. Şikayetimiz yok. Karanlığa kalmadan yayladan inmemiz gerekiyor. Yol toprak ve riskli.
Borçka Karagöl
Artin Borçka‘da ki Karagöl’e gidiyoruz. Artvin’de iki tane Karagöl var. Diğeri de Şavşat’ta. Burası bakir. Henüz yapılaşmamış.
Yorgunluk ve uykusuzluktan ölüyoruz ve Serap’la araçta uyuya kalıyoruz. Biz uyurken araç bir yerden geçememiş ve araçtakiler inmiş ama biz duymamışız bile. Geldiğimizi nasıl duyup inmişiz araçtan bilmiyorum.
Girişe herhangi bir ücret ödemiyoruz. Yemyeşil, bakir, kocaman sivrisinekleri var. Üstümde şort vardı. Hangi ara yemişler bacaklarımı bilmiyorum.
Dönüş yolundayız artık. Uykusuzluk ve yorgunluktan artık bayılmak üzereyim. Uzun bir dönüş olacak.Her gittiğimiz yerde yediğimiz yöresel yemeklerin lezzeti, gördüğümüz muhteşem manzaralar, yörenin güler yüzlü mutlu insanları, kilometrelerce yol, yeşilin binbir tonu… say say bitmez. Geri dönen biz, giden bizden çok farklı. Yüreğimin bir kısmını bu yeşil cennette bıraktım. Harika insanlarla tanıştım. En mutlu gezim buydu sanırım.
2011’de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te gezgin yazar, 2018’den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?